20 Aralık 2013 Cuma
28 Ekim 2013 Pazartesi
21 Eylül 2013 Cumartesi
19 Eylül 2013 Perşembe
18 Eylül 2013 Çarşamba
3 Ağustos 2013 Cumartesi
2 Ağustos 2013 Cuma
26 Temmuz 2013 Cuma
19 Temmuz 2013 Cuma
Hatırladıkça
Seni bu yeryüzünde yaşamışken ve beni hayata inandırışına inanmaya başlamışken; en acısıymış, yokluğun. Üstelik, tam da alışıyorken, varlığına. Şimdilerde alışmaya çalışıyorum, olmayışlarına. Yokluğunu, unutmaya çalışmaya. Unutamadıkça özlemeye başlamaya. Özledikçe hatırlamaya, hatırladıkça seni sevdiğimi, kalbimi daha çok ağrıtmaya...
Olan bitenler arasında; avuçlarımızdan kayıp gidenler içinde ve senelerce yaşadıklarımdan tecrübe ettiğim duygu çöküyor tam da şuan; korkunç karanlıklar eşliğinde; "Alışmaya başlamak" Sesini unutmaya, kokunu anımsamamaya, geri gelmeyeceğine inanmaya başlamak...
ÖDÇ
Olan bitenler arasında; avuçlarımızdan kayıp gidenler içinde ve senelerce yaşadıklarımdan tecrübe ettiğim duygu çöküyor tam da şuan; korkunç karanlıklar eşliğinde; "Alışmaya başlamak" Sesini unutmaya, kokunu anımsamamaya, geri gelmeyeceğine inanmaya başlamak...
ÖDÇ
2 Temmuz 2013 Salı
22 Haziran 2013 Cumartesi
Martı
Ben amaçsızca kentin üzerinde uçan, acıkmış ve yorulmuş bir martıydım. Kanatlarımı kırmışlardı çok önceleri. Yeni toparlamıştım. Bir kaç "insan" sahip çıktı bereket, yaralarımı sardı. İtiraf edeyim ki; sürekli taşladılar beni, bir yerlere kondukça. Çok kovan, çok kötü gözlerle bakan oldu. Bir parça simidini bile paylaşmayan. Onlarca, tonlarca. Derken, bir sabah kondum pencerenin kenarına. O gün bugündür mutluluk; sabahları camını açtığında, o güzel yüzünü görmek oldu artık, bana...
ÖDÇ
Uzaya Yağan Yağmurlar
Bak sevgilim, biraz kendimden bahsetmek istemiyorum yine. Misal, eski bir pikapım var. Zeki Müren plakları, şarkıları dinliyorum akşamları şimdi olduğu gibi sonra rakımı peynire katıyor ve geceleri ağlayıp duruyorum. Ama ağlamak insani. Zayıflık değil. Ben mutluysam ağlarım yani haberin olsun. Bir de kaybettiklerim, kazancımdan çoksa. Ki çok fazla. Sulu göz hiç değilim. Kesseler ağlamam. Yani seni seviyorum. Seni özlüyorum. Çok güçlüyüm yani böyle de. Bir gün sen de gidebilirsin diye aklıma düştü bir şüphe şimdi. Olabilir hayat bu. Kimseyi zorla tutma hakkına sahip değilim. Kimseyi beni sevmesi için etkileme, zorlama hakkına sahip olmadığım gibi. Yani ben buyum. Tuhafım. Seni de özlüyorum. Kimse anlamasın beni diye uğraşıp durdum yıllarca. Böyle nefes alıyorum. Acılar yaşadım, kıyımlar, mezarlar gördüm. Kimse bilmez bir de bu sırrımı, gece yarıları annemin toprağına sarılıp uyudum. Yani lafın özü, yüzleri anımsayamıyorum gelip giden, gidip hiç gelmeyen. Yani ben önce hayatıma girip, bir süre sonra gidip sonra hiç gelmeyenleri gördüm hayatım boyunca. İtiraf edeyim, sen bana onur verici bir şey yapıyorsun şimdi, farkında olmadan, beni seviyorsun. Bu dünyanın sonu, bu yağmurların uzaya yağması, bu galaksinin felç olması, bu güneşin karlarda erimesi gibi bir şey. Bu sineklerin balinaları yemesi gibi hatta. Yani anlam, bu hayatı unutmak. Seni sevdim, seviyorum, sever miyim sonrası, bilmiyorum. Ama sen beni sevdikçe ben çoğalıyorum. Sen beni sevdikçe, cesedim ruha üfleniyor. Yeniden doğuyorum. Ha ne fallara, ne hayatın çok güzel olduğuna be de reenkarnasyona inanmam. Ama yeniden hayata gelmek dedikleri şey, sabahları kollarımın arasında uyanmandı bunu da unutma..
ÖDÇ
ÖDÇ
Siren Sesleri
İçimde ölmeyen cesetler var sevgilim, ayaklarımın altı epey cam kesiği. Kollarımı gördün; çentikler dolu. Yaşamda kaldığım her bir güne ait. Kalbimdeyse sağır edici siren sesleri, susmak bilmiyorlar üstelik. "Beni seviyorsan yeni bir acı bırakmazsın avuçlarıma" diye mi söyledim bunları, bilmiyorum. Ama benim hala umudum var yarınlara dair, iyi olmak adına, bilmem anlatabiliyor muyum?
ÖDÇ
UÇURUM KIYISI ÇİÇEĞİ
Şehrinden gidiyorum sevgili şimdi. Az evvel sana sarılışım, kokunu içime çekişimdi, hafızama kaydedişim; gözlerindeki sessiz feryatları bir nebze olsa da, dindirmenin gururuydu. Hareket edense; otobüsün, uçağın yola çıkış biçimi değil, kalbimin sancımaya başlamasıydı aslında. Kilometreler hızla kayıp giderken avuçlarımdan, bir ağıt say bunu, bir özlem. Hala mektup yazan eski kafalı bir adamım işte.
Tecrübe ettim! Yollar bitmek bilmiyormuş sana gelirken. Ne tesadüf ki, dönüş seferleri hep yağmurlu. Evet, yollar uzuyor. Hayat hala acımasız. Kalabalıklar hep yabancı. Bir yan koltukta oturan kadının veya adamın hikayesi bile ağır gelir şimdi. İyisi mi, kulaklığımı takıp, pencere kenarı sensizliğime dönmek. Hızla kayıp giden tüm vicdansızlığıyla zaman. Fısıldıyor sessizlik, hatıralarımıza bana. Bir gerçekten, hayale dönüşen sevgili. Ah, yanındayken bile seni özlediğimi bil. Bilmen senin için ne ifade eder, bilmiyorum. Canım sıkılıyor. Terk ettiğim şehrinin yalnızlığına büründükçe; göz yaşartıcı oluyor hatıralar birden bire.
Saat ilerledi. Hızla uzaklaşıyorum kahretsin, yanından.
Ama üzülme. Sadece fiziken. Aklıma geldi şuan. Bunu da not almalıyım hemen;
"Bir kadın sevdim. Bakışlarında, şehrin bütün yalnızlıklarını taşıyan. Gamzelerinde, yılların bütün sessiz feryatlarını saklayan. Tanrı'nın yeryüzündeki bütün yağmurları gözlerinin kıyıcığına bıraktığı bir kadın.."
Tam da bu işte. Böyle bir şeydi. Tarifi imkansız rüyanın; iç acılarının toplamı. Ben koynuma başını yaslayıp uyuduğun yerde kaldım ama. Oradan çıkar enkazım artık.
Kıyıcı, sancılı, ağrılı bir hislenme sendromu bu. Sana kavuşmak için geldiğim uzun ince yolları, yalnızlığıma dönmek için geri dönüşüm.
Herkes ve her şey bir yere yetişme, anlam bulma peşindeyken, ben uzaklaştıkça senden başka bir yere ait olmadığımı, anlamımı ışık hızıyla yitirdiğimi fark ediyorum.
Sonra o pazar günü aklımın kuytusuna geliveriyor.
Seninle, seneleri bir ömür diye harcayanlara inat, bir güne koca bir hayat sığdırdığımız o pazar. Bugün pazar ve seni çok özledim deyip bir hafta sonra çıkabilir miyim işin içinden, bir başkasının söylediği bu cümle dahi kapatmaz ki, uzaklığının sızısını...
Bak gece oldu. Hala yolcuyum. Kime, neye, nereye. Sana geldiğim günlerdi hani, mavi.
Ben böyle eksiliyorum ha bire, bilesin. Yağmurda başladı. Off..
Renksiz hayaller yağıyor yer yüzüne. Her birinden başka bir mana. Anlamsızlığı, yalnızlığı terk etmiştim oysa. Yaşanmış her ne varsa adını aşk sandığım "üvey", üst başını o sanrıları gömmekten çamurlamış adamdım ben sadece. Hem saatler neden içime içime gidiyor?
Acıdır, hikayemin adı sevgili. Sana geldiğimde, parmak uçlarımla uçurum kıyısına tutunuşum bundandı. Ama sen, o kıyıda açan çiçek. Ve hayatında bir şey olmak için, bütün yarınlarımı aşağı bırakmam o yüksek noktadan. Bu yüzdendi.
Tanrı'yı es geçmek olmaz.
Ah, Tanrım. Boylu poslu bir adam olabilirim kabul. Fakat sen, bu küçük yüreğime, onca sızıyı, onca hayal kırıklığını yaşatırken ve geçmişten bu yana öyle derin acılar üflemişken ruhuma ben senin adaletinden bahsediyorum ya hala. Adil bir şey mi işte, merak ediyorum?
Ama ben. Ben. Şehrinin omuza çukuruna emanet ediyorum seni sevgili. Bir dudak payı anılar yumağı bırakarak..Hayır, hayır düşlerin bir anahtarı olmalı bundan sonra. Düşlerimizi kilitlemenin bir yolu. Yoksa, sabahın yedisinde kollarımın arasında uyandığın "günaydın sevgilim"li düşümüzü bir serap sanabilirim. "Bu bir rüyaysa, beni sol yanında sakla, gecelerinin kuytusunda" diye.. Ama görmek istiyorum yarın da seni yanımda. Peki, nasıl olacak? Bak kaç saat uzaklaştım yanından.
Belki bir gün, belki de bir kaç asır...
Sevgili, düşlerimize sarıldığında anımsa şimdi beni, olur mu? Ben öyle aklımı yitirmiyorum mesela. Şarkılara uzan bir de, sende ricam. Hiç bir ayrılık notası sana olan özlemimi anlatamayacak nasılsa. Dindirebilir mi, muamma!
Uyurken seni izlemek denilen bir şey var bunu söylemeden de edemeyeceğim sevgili. Ki cennetten bir sufle rüya, giriş biletiydi adeta. Tanrı bazen beni bile şaşırtıyor.
Ne çok şey sığdırmışım değil mi bavuluma sevgili?
Ah, yol bitti. Kalabalık şehre geldim yine. Bu kent, artık cehennemin ta kendisidir. Sen yastığına dokunurken saçlarınla, ben günlerce bunu göremeyeceksem. Ateşin başkentidir bu sokaklar. Bense gözlerinde kaybolacağım güne kadar, cayır cayır. Hazırım. Ama olsun. Vuslat bitecekse bir gün nihayet...
Sonunda sana kavuşmak var sevgilim, yokluğun varsın olsun kıyamet.
ÖDÇ
Tecrübe ettim! Yollar bitmek bilmiyormuş sana gelirken. Ne tesadüf ki, dönüş seferleri hep yağmurlu. Evet, yollar uzuyor. Hayat hala acımasız. Kalabalıklar hep yabancı. Bir yan koltukta oturan kadının veya adamın hikayesi bile ağır gelir şimdi. İyisi mi, kulaklığımı takıp, pencere kenarı sensizliğime dönmek. Hızla kayıp giden tüm vicdansızlığıyla zaman. Fısıldıyor sessizlik, hatıralarımıza bana. Bir gerçekten, hayale dönüşen sevgili. Ah, yanındayken bile seni özlediğimi bil. Bilmen senin için ne ifade eder, bilmiyorum. Canım sıkılıyor. Terk ettiğim şehrinin yalnızlığına büründükçe; göz yaşartıcı oluyor hatıralar birden bire.
Saat ilerledi. Hızla uzaklaşıyorum kahretsin, yanından.
Ama üzülme. Sadece fiziken. Aklıma geldi şuan. Bunu da not almalıyım hemen;
"Bir kadın sevdim. Bakışlarında, şehrin bütün yalnızlıklarını taşıyan. Gamzelerinde, yılların bütün sessiz feryatlarını saklayan. Tanrı'nın yeryüzündeki bütün yağmurları gözlerinin kıyıcığına bıraktığı bir kadın.."
Tam da bu işte. Böyle bir şeydi. Tarifi imkansız rüyanın; iç acılarının toplamı. Ben koynuma başını yaslayıp uyuduğun yerde kaldım ama. Oradan çıkar enkazım artık.
Kıyıcı, sancılı, ağrılı bir hislenme sendromu bu. Sana kavuşmak için geldiğim uzun ince yolları, yalnızlığıma dönmek için geri dönüşüm.
Herkes ve her şey bir yere yetişme, anlam bulma peşindeyken, ben uzaklaştıkça senden başka bir yere ait olmadığımı, anlamımı ışık hızıyla yitirdiğimi fark ediyorum.
Sonra o pazar günü aklımın kuytusuna geliveriyor.
Seninle, seneleri bir ömür diye harcayanlara inat, bir güne koca bir hayat sığdırdığımız o pazar. Bugün pazar ve seni çok özledim deyip bir hafta sonra çıkabilir miyim işin içinden, bir başkasının söylediği bu cümle dahi kapatmaz ki, uzaklığının sızısını...
Bak gece oldu. Hala yolcuyum. Kime, neye, nereye. Sana geldiğim günlerdi hani, mavi.
Ben böyle eksiliyorum ha bire, bilesin. Yağmurda başladı. Off..
Renksiz hayaller yağıyor yer yüzüne. Her birinden başka bir mana. Anlamsızlığı, yalnızlığı terk etmiştim oysa. Yaşanmış her ne varsa adını aşk sandığım "üvey", üst başını o sanrıları gömmekten çamurlamış adamdım ben sadece. Hem saatler neden içime içime gidiyor?
Acıdır, hikayemin adı sevgili. Sana geldiğimde, parmak uçlarımla uçurum kıyısına tutunuşum bundandı. Ama sen, o kıyıda açan çiçek. Ve hayatında bir şey olmak için, bütün yarınlarımı aşağı bırakmam o yüksek noktadan. Bu yüzdendi.
Tanrı'yı es geçmek olmaz.
Ah, Tanrım. Boylu poslu bir adam olabilirim kabul. Fakat sen, bu küçük yüreğime, onca sızıyı, onca hayal kırıklığını yaşatırken ve geçmişten bu yana öyle derin acılar üflemişken ruhuma ben senin adaletinden bahsediyorum ya hala. Adil bir şey mi işte, merak ediyorum?
Ama ben. Ben. Şehrinin omuza çukuruna emanet ediyorum seni sevgili. Bir dudak payı anılar yumağı bırakarak..Hayır, hayır düşlerin bir anahtarı olmalı bundan sonra. Düşlerimizi kilitlemenin bir yolu. Yoksa, sabahın yedisinde kollarımın arasında uyandığın "günaydın sevgilim"li düşümüzü bir serap sanabilirim. "Bu bir rüyaysa, beni sol yanında sakla, gecelerinin kuytusunda" diye.. Ama görmek istiyorum yarın da seni yanımda. Peki, nasıl olacak? Bak kaç saat uzaklaştım yanından.
Belki bir gün, belki de bir kaç asır...
Sevgili, düşlerimize sarıldığında anımsa şimdi beni, olur mu? Ben öyle aklımı yitirmiyorum mesela. Şarkılara uzan bir de, sende ricam. Hiç bir ayrılık notası sana olan özlemimi anlatamayacak nasılsa. Dindirebilir mi, muamma!
Uyurken seni izlemek denilen bir şey var bunu söylemeden de edemeyeceğim sevgili. Ki cennetten bir sufle rüya, giriş biletiydi adeta. Tanrı bazen beni bile şaşırtıyor.
Ne çok şey sığdırmışım değil mi bavuluma sevgili?
Ah, yol bitti. Kalabalık şehre geldim yine. Bu kent, artık cehennemin ta kendisidir. Sen yastığına dokunurken saçlarınla, ben günlerce bunu göremeyeceksem. Ateşin başkentidir bu sokaklar. Bense gözlerinde kaybolacağım güne kadar, cayır cayır. Hazırım. Ama olsun. Vuslat bitecekse bir gün nihayet...
Sonunda sana kavuşmak var sevgilim, yokluğun varsın olsun kıyamet.
ÖDÇ
21 Mayıs 2013 Salı
12 Mayıs 2013 Pazar
Benim Annem Bir Melekti Yavrum
Anneler Günü'ne dair...
Beni kolay doğurmamışsın hep öyle derdin, doğru ya senin gözünde hala o küçük çocuğundum. Hemde ebe filan gelmiş ters dönmüşüm bu yalan dünyaya gelmemek için epey zorlamışım seni, hastane filan hak getire seksenli yılların başı...
Sonrasında sütten kesilmen uzun sürdü diyerek hissettirmeden sana ne zorluklar çektirdiğimi kendi meleğimsi dilinde ifade ettin..
Beş yaşındaydım. İstanbul'da tarihin en yoğun kar yağışı yaşanmıştı. Çocuktum sonuçta, yaşıtlarım sokaktaydı. Ben de çıkmak istiyordum. Ama "yavrum üşürsün, olmaz bugün" demiştin. Pencereden arkadaşlarımı izlemiş, dışarı çıkamamış sana küsmüştüm. Ama o gün canını dişine taktın bana kalın mavi renkli hemde önünde kardan adam figürü olan bir kazak ve eldiven diktin. O gün dışarı salmadığın için küs olan ben, ertesi gün doyasıya kartopu savaşı yapmıştım arkadaşlarımla. Hem sıcacık kazağım ve eldivenlerim vardı. Çok mutlu etmiştin beni...
Okula başlayacaktım. Artık yedi yaşındaydım. Ama korkuyor ve çekiniyordum! Ortama, adapte olamayacağımı anladın. Annelik içgüdüsü! Öğretmenimden izin alarak benimle birlikte aynı sırada oturdun. Aylarca. Sabah öğlen akşam fark etmiyordu üçüncü sınıfın sonuna dek beni okula götürdün.
Lise dönemimdi, sokağımızın en güzel kızına sevdalanmıştım. Bilirdin benim, içe dönük sıkılgan ve kırılgan hallerimi. Onu çok sevmiştim. Ona karşı beslendiğim ve büyüttüğüm her ne varsa biliyordun ve görevinin yaşayacağım hayal kırıklığıma karşı beni dik tutmak olduğunu da...
Askere gittim. Ki beni tanıyordun. Hayata karşı inanılmaz kırılgan biriydim, zor bir çocuktum. Beni her hafta ziyarete geldin. Ankara'sı doğusu, batısı fark etmedi. Senle birlikte askerlik yaptım nerdeyse. Komutanımla tartıştığını anımsıyorum. Bir gün komutanım sudan sebepten beni dövmüştü de, telefonda sesim mutsuz ve üzgündü seninle konuşurken . "Ne oldu, yavrum çabuk söyle, yıkarım başlarına askeriyeyi" demiştin. Ben hala dünkü çocuk; "Anneciğim, komutan bir kaç fıske vurdu demiştim." Sabahına damladın. Komutanı haşladın! Sayende evci iznine çıkarıldım.
Askerden döndüm, tek hayalindi evlenip yuva kurmam. "Torunumu alayım kucağıma başka ne isterim ki, mutluluğunuzdan başka" derdin. Bir kız arkadaşım olmuştu, İş ciddiye bindi, sonra seni, evimizi her şeyi hiçe sayarak adeta onların çocuğu gibi yaptıklarımı ve aşka kapıldığımı gördün.. Frenlemek istedin, zira bir şeyler yanlış gidiyordu. "Seviyorum, karışma anne" dedim. terk edildim. Sonunda sen haklı çıktın. Ben yanıldım. Ama onca hatama rağmen "olsun yavrum; hayatı böyle öğreneceksin işte" dedin. Yaralarımı sardın.
O günlerin ertesinde Boğaz'a gitmiş, yemek yemiş gezmiştik. Bu bile seni çok mutlu etmişti. Bir daha seni oralara götürmedim. Sonra hastalığımda baş ucumdan ayrılmadın, önceki ve sonrakilerde de olduğu gibi. Aşktan yana hayal kırıklıklarımda omzun hazırdı daima.
Babam iflas etmişti. Çorba, zeytin, soğan ekmekle uzun bir müddet geçinmeye çalıştığımızda, ailemizi ayakta tuttun. Sanki saraylara layık sofralarmış gibi sundun bizlere yemekleri, hiç fark etmedik. Sıkıntılarımızı. İçip unutmaya çalıştığım dönemlerdi yaralarımı. Hastaydım. Herkesten gizli, cebinde yirmi lira varsa. On beşini içki alayım diye bana verirdin. Kalanıyla pazara giderdin.
Yirmi beşimdeydim. Gecelere, ortamlara, kadınlara kaptırmıştım kendimi. Yüzünü görmüyordum bile günlerce. Eve uğradığımda, "özledim seni yavrum, nerede kaldın gözüm yollardaydı" derdin. "Tamam anne anladık" derdim." Büyüdüm ben artık. Alış"
Alışırmış gibi yaptın.
Ailemiz ne sıkıntı çektiyse ya da nasıl güzel günler geçirebildiyse onda dokuz buçuğu sayendeydi. Namazında, duandaydın. Evimiz mevlütlerden geçilmezdi. İzdiham olurdu her düzenlediğin merasim. Sorduğumda," oğlum bir gün biz de geçip gideceğiz dünyadan, sakın dualarını o zaman eksik etme olur mu" derdin. Anneni erken yaşta kaybettiğin için, "özellikle ve özellikle" Kibariye'nin söylediği "Eller kadir kıymet bilmiyor, Anne" şarkısında için için ağlardın, çok ağlardın diye o şarkıyı duyduğumuz yerde kapatırdık. Kasetini bile saklamıştım açıp dinleyip üzülmeyesin diye.
Hep bir torun sevmek istedin. Olmadı.
Sonra bir gün, ansızın fenalaştın, doktorlara gidildi, kanser dediler. Sonra ameliyat dediler. Ameliyat oldun. İyileşecek dedi, doktorlar, kötüleştin...
Bir akşam salonda televizyon izliyordum. Herkes uyumuştu. Paaat diye bir ses geldi odandan. Koşarak içeri girdim. yatağından düşmüştün. Çok kilo vermiştin günler boyunca. "Artık hiç bir yerim tutmuyor yavrum, özür dilerim" demiştin. "Anacığım asıl beni affet, ben özür dilerim bir şey yapamıyorum" diye demiştim...
Zira doktorlar bütün müdahaleleri yapmıştı ve eve göndermişlerdi. Bir gün fenalaştın. O gün ambulans geldiğinde, bakışlarını unutamam. Son kez baktın hayatının geçtiği, bizi büyüttüğün evimize sanki...
Sonra hastaneye kaldırdık. "Görebilir miyim" demiştim doktora. "Nasıl olacak?" "İyi olacak" demişti doktor. Ama o gece eve gitmemizi söyledi. Ben kaldım. Gece dörttü. Yağmur yağıyordu. Hastane koridorlarında volta atıyordum. Dışarı çıktım sigara içmeye. Derken telefona bakan çocuk, beni çağırdı resepsiyondan. "Doktor acil seni istiyor" dedi. Koştum dört kat. "Üzgünüm, kaybettik annenizi" dedi doktor hanım. Ne kolay söyledi. O gün dünya başıma, bütün gezegenlerle birlikte yıkıldı. Seni toprağa verirken son görevimizde ebedi istirahatgahına, o çukura indim. Tek düşüncem, "nasıl yatacaksın burada, üşür müsün" acaba idi. Sonra üstünü örttük topraklarla. "Nefes alamaz ki annem dedim"İnsanlar benden gözlerini kaçırdılar.
Sonra çiçek oldun, bahar oldun, güneş oldun, deniz oldun. Sonra ırmakların kıyısına gittin, bin bir türlü çiçeklerin açtığı yere, deniz kıyılarına. Cennetti değil mi gittiğin yer; hani masmavi her yanı, okyanuslar, gök kuşağı, çiçekler, ırmaklar, şelaleler, yemyeşil ovalar, mutlu insanların olduğu yer, değil mi?
Bugün Anneler günüydü. Dallarında çiçekler açmıştı, güneş yüzüne vuruyordu, gülümsediğini hissettim ve o çok önceden bana dua et emi yavrum bana dediğini. Ettim anne. Ettim. Sonra seninle konuştum. Duydun mu? Beni duydun mu anacığım? Ben seni duymuyorum, duyamıyorum. Rüyalarımda bile görmüyorum. Şimdi hayal oldun sen, düş. Çok uzakta bir düş!
Ama bil ki, seni çok özlüyorum. Anneler Günün tekrar kutlu olsun. Elini öpemedim. Hayatımda bayramlar haricinde pek öpememiştim zaten. Ama bu gün mezar taşını öptüm. Affet. Beni bağışla anneciğim. Üzdümse seni bağışla. Sen yaşarken, layıkıyla bu günü her gün gibi kutlayamadıysam bağışla.
Mekanın tekrar cennet olsun. Buluşabilirsek, anlatacağım çok şey var, rahat uyu meleğim. Geleceğe dair bir şey saklıyorum sadece. Kulağına bugün de fısıldadım. Tanrı yazdıysa ve hala mümkün olabilirse; bir çocuğum olduğunda..
Aklı erdiği zaman ona, "Benim annem, bir melekti yavrum diyeceğim."
ÖDÇ
Beni kolay doğurmamışsın hep öyle derdin, doğru ya senin gözünde hala o küçük çocuğundum. Hemde ebe filan gelmiş ters dönmüşüm bu yalan dünyaya gelmemek için epey zorlamışım seni, hastane filan hak getire seksenli yılların başı...
Sonrasında sütten kesilmen uzun sürdü diyerek hissettirmeden sana ne zorluklar çektirdiğimi kendi meleğimsi dilinde ifade ettin..
Beş yaşındaydım. İstanbul'da tarihin en yoğun kar yağışı yaşanmıştı. Çocuktum sonuçta, yaşıtlarım sokaktaydı. Ben de çıkmak istiyordum. Ama "yavrum üşürsün, olmaz bugün" demiştin. Pencereden arkadaşlarımı izlemiş, dışarı çıkamamış sana küsmüştüm. Ama o gün canını dişine taktın bana kalın mavi renkli hemde önünde kardan adam figürü olan bir kazak ve eldiven diktin. O gün dışarı salmadığın için küs olan ben, ertesi gün doyasıya kartopu savaşı yapmıştım arkadaşlarımla. Hem sıcacık kazağım ve eldivenlerim vardı. Çok mutlu etmiştin beni...
Okula başlayacaktım. Artık yedi yaşındaydım. Ama korkuyor ve çekiniyordum! Ortama, adapte olamayacağımı anladın. Annelik içgüdüsü! Öğretmenimden izin alarak benimle birlikte aynı sırada oturdun. Aylarca. Sabah öğlen akşam fark etmiyordu üçüncü sınıfın sonuna dek beni okula götürdün.
Lise dönemimdi, sokağımızın en güzel kızına sevdalanmıştım. Bilirdin benim, içe dönük sıkılgan ve kırılgan hallerimi. Onu çok sevmiştim. Ona karşı beslendiğim ve büyüttüğüm her ne varsa biliyordun ve görevinin yaşayacağım hayal kırıklığıma karşı beni dik tutmak olduğunu da...
Askere gittim. Ki beni tanıyordun. Hayata karşı inanılmaz kırılgan biriydim, zor bir çocuktum. Beni her hafta ziyarete geldin. Ankara'sı doğusu, batısı fark etmedi. Senle birlikte askerlik yaptım nerdeyse. Komutanımla tartıştığını anımsıyorum. Bir gün komutanım sudan sebepten beni dövmüştü de, telefonda sesim mutsuz ve üzgündü seninle konuşurken . "Ne oldu, yavrum çabuk söyle, yıkarım başlarına askeriyeyi" demiştin. Ben hala dünkü çocuk; "Anneciğim, komutan bir kaç fıske vurdu demiştim." Sabahına damladın. Komutanı haşladın! Sayende evci iznine çıkarıldım.
Askerden döndüm, tek hayalindi evlenip yuva kurmam. "Torunumu alayım kucağıma başka ne isterim ki, mutluluğunuzdan başka" derdin. Bir kız arkadaşım olmuştu, İş ciddiye bindi, sonra seni, evimizi her şeyi hiçe sayarak adeta onların çocuğu gibi yaptıklarımı ve aşka kapıldığımı gördün.. Frenlemek istedin, zira bir şeyler yanlış gidiyordu. "Seviyorum, karışma anne" dedim. terk edildim. Sonunda sen haklı çıktın. Ben yanıldım. Ama onca hatama rağmen "olsun yavrum; hayatı böyle öğreneceksin işte" dedin. Yaralarımı sardın.
O günlerin ertesinde Boğaz'a gitmiş, yemek yemiş gezmiştik. Bu bile seni çok mutlu etmişti. Bir daha seni oralara götürmedim. Sonra hastalığımda baş ucumdan ayrılmadın, önceki ve sonrakilerde de olduğu gibi. Aşktan yana hayal kırıklıklarımda omzun hazırdı daima.
Babam iflas etmişti. Çorba, zeytin, soğan ekmekle uzun bir müddet geçinmeye çalıştığımızda, ailemizi ayakta tuttun. Sanki saraylara layık sofralarmış gibi sundun bizlere yemekleri, hiç fark etmedik. Sıkıntılarımızı. İçip unutmaya çalıştığım dönemlerdi yaralarımı. Hastaydım. Herkesten gizli, cebinde yirmi lira varsa. On beşini içki alayım diye bana verirdin. Kalanıyla pazara giderdin.
Yirmi beşimdeydim. Gecelere, ortamlara, kadınlara kaptırmıştım kendimi. Yüzünü görmüyordum bile günlerce. Eve uğradığımda, "özledim seni yavrum, nerede kaldın gözüm yollardaydı" derdin. "Tamam anne anladık" derdim." Büyüdüm ben artık. Alış"
Alışırmış gibi yaptın.
Ailemiz ne sıkıntı çektiyse ya da nasıl güzel günler geçirebildiyse onda dokuz buçuğu sayendeydi. Namazında, duandaydın. Evimiz mevlütlerden geçilmezdi. İzdiham olurdu her düzenlediğin merasim. Sorduğumda," oğlum bir gün biz de geçip gideceğiz dünyadan, sakın dualarını o zaman eksik etme olur mu" derdin. Anneni erken yaşta kaybettiğin için, "özellikle ve özellikle" Kibariye'nin söylediği "Eller kadir kıymet bilmiyor, Anne" şarkısında için için ağlardın, çok ağlardın diye o şarkıyı duyduğumuz yerde kapatırdık. Kasetini bile saklamıştım açıp dinleyip üzülmeyesin diye.
Hep bir torun sevmek istedin. Olmadı.
Sonra bir gün, ansızın fenalaştın, doktorlara gidildi, kanser dediler. Sonra ameliyat dediler. Ameliyat oldun. İyileşecek dedi, doktorlar, kötüleştin...
Bir akşam salonda televizyon izliyordum. Herkes uyumuştu. Paaat diye bir ses geldi odandan. Koşarak içeri girdim. yatağından düşmüştün. Çok kilo vermiştin günler boyunca. "Artık hiç bir yerim tutmuyor yavrum, özür dilerim" demiştin. "Anacığım asıl beni affet, ben özür dilerim bir şey yapamıyorum" diye demiştim...
Zira doktorlar bütün müdahaleleri yapmıştı ve eve göndermişlerdi. Bir gün fenalaştın. O gün ambulans geldiğinde, bakışlarını unutamam. Son kez baktın hayatının geçtiği, bizi büyüttüğün evimize sanki...
Sonra hastaneye kaldırdık. "Görebilir miyim" demiştim doktora. "Nasıl olacak?" "İyi olacak" demişti doktor. Ama o gece eve gitmemizi söyledi. Ben kaldım. Gece dörttü. Yağmur yağıyordu. Hastane koridorlarında volta atıyordum. Dışarı çıktım sigara içmeye. Derken telefona bakan çocuk, beni çağırdı resepsiyondan. "Doktor acil seni istiyor" dedi. Koştum dört kat. "Üzgünüm, kaybettik annenizi" dedi doktor hanım. Ne kolay söyledi. O gün dünya başıma, bütün gezegenlerle birlikte yıkıldı. Seni toprağa verirken son görevimizde ebedi istirahatgahına, o çukura indim. Tek düşüncem, "nasıl yatacaksın burada, üşür müsün" acaba idi. Sonra üstünü örttük topraklarla. "Nefes alamaz ki annem dedim"İnsanlar benden gözlerini kaçırdılar.
Sonra çiçek oldun, bahar oldun, güneş oldun, deniz oldun. Sonra ırmakların kıyısına gittin, bin bir türlü çiçeklerin açtığı yere, deniz kıyılarına. Cennetti değil mi gittiğin yer; hani masmavi her yanı, okyanuslar, gök kuşağı, çiçekler, ırmaklar, şelaleler, yemyeşil ovalar, mutlu insanların olduğu yer, değil mi?
Bugün Anneler günüydü. Dallarında çiçekler açmıştı, güneş yüzüne vuruyordu, gülümsediğini hissettim ve o çok önceden bana dua et emi yavrum bana dediğini. Ettim anne. Ettim. Sonra seninle konuştum. Duydun mu? Beni duydun mu anacığım? Ben seni duymuyorum, duyamıyorum. Rüyalarımda bile görmüyorum. Şimdi hayal oldun sen, düş. Çok uzakta bir düş!
Ama bil ki, seni çok özlüyorum. Anneler Günün tekrar kutlu olsun. Elini öpemedim. Hayatımda bayramlar haricinde pek öpememiştim zaten. Ama bu gün mezar taşını öptüm. Affet. Beni bağışla anneciğim. Üzdümse seni bağışla. Sen yaşarken, layıkıyla bu günü her gün gibi kutlayamadıysam bağışla.
Mekanın tekrar cennet olsun. Buluşabilirsek, anlatacağım çok şey var, rahat uyu meleğim. Geleceğe dair bir şey saklıyorum sadece. Kulağına bugün de fısıldadım. Tanrı yazdıysa ve hala mümkün olabilirse; bir çocuğum olduğunda..
Aklı erdiği zaman ona, "Benim annem, bir melekti yavrum diyeceğim."
ÖDÇ
1 Nisan 2013 Pazartesi
26 Mart 2013 Salı
18 Mart 2013 Pazartesi
15 Mart 2013 Cuma
13 Mart 2013 Çarşamba
10 Mart 2013 Pazar
9 Mart 2013 Cumartesi
03.58
"Ben sana anlatamadım hiç içimdekileri. Yani ben sana yandığımda alev
aldı hatıralar. Gecenin huzurunu bozan asıl sıkıntı, karanlıktı; Ben o
yangından sağ çıkan karanlıktım işte, hepsi bu. Şimdi şimdi anlıyorum
benim suçumdu. Yani sana bir çiçeğe nasıl bakılırsa öyle bakmak. Yani
seni yeryüzünün en güzel meleği sanmak. Yani omzumda uyuduğunda o
gecelerce nefes almadan uyumaya çalışmak. Sana dokunmaya hiç kıyamamak.
Burnun değdiğinde yastıktan sekip dudaklarıma, gözlerin kapalıyken
uykuda; öpmek, usulca. Benim suçumdu. Bir yalana, bir tükenişe inanmak
da...
Ve bittiğini görememek de. Benim suçumdu. Yani sende
bittiğimi görememek. Kör olmak doğrusu. Aşktan gözü kör olan bir adam
tanıyorum şimdi. Kendimi.
İşte bunlardan hep; ben kendimi...
Alıştırdım yokluğuna. Sevdikçe hatırlamaya. Hatırladıkça sevmeye.
Alıştım da. Unutmadıkça özlemeye. Susmalara sessizce, bütün organlarımı
kıracak gecelerce. Boş tesellilerle avunmalara ümitsizce...
İşte bunlardan hep; ben seni...
Ben seni seviyorum da hala; bu dünyası, artık çaresizce."
ÖDÇ
8 Mart 2013 Cuma
"Bazı adamlar madam.
Bazı kadınlar, çok daha adam..."
....
Erkek yapsa, elinin kiri
Kadın yapsa kalır, ömür boyu izi
Erkek evlenince değişir, sonuçta erkektir
Kadın değişse kötü yola düşmüş demektir
Erkek terk eder, bi şey olmaz
Kadın terk eder, namus meselesi
Erkek yardım etse, kılıbık
Kadın yapıyorsa, zaten kendi işi
Erkek yapsa namusunu temizledi
Kadın yapsa, sevgilisiyle planladı
Erkek yapsa, seven ne yapmaz
Kadın yapsa, kıskançlık krizi
Doğru ya
bu memlekette
kadın köledir nihayetinde
erkek olanı insandan...
Ama bilsede herkes
kimse demez gerçeği.
Bazı erkekler madam
Bazı kadınlar çok daha adam.
ÖDÇ
Bazı kadınlar, çok daha adam..."
....
Erkek yapsa, elinin kiri
Kadın yapsa kalır, ömür boyu izi
Erkek evlenince değişir, sonuçta erkektir
Kadın değişse kötü yola düşmüş demektir
Erkek terk eder, bi şey olmaz
Kadın terk eder, namus meselesi
Erkek yardım etse, kılıbık
Kadın yapıyorsa, zaten kendi işi
Erkek yapsa namusunu temizledi
Kadın yapsa, sevgilisiyle planladı
Erkek yapsa, seven ne yapmaz
Kadın yapsa, kıskançlık krizi
Doğru ya
bu memlekette
kadın köledir nihayetinde
erkek olanı insandan...
Ama bilsede herkes
kimse demez gerçeği.
Bazı erkekler madam
Bazı kadınlar çok daha adam.
ÖDÇ
6 Mart 2013 Çarşamba
Yeryüzünün
iyileştirici hiç bir yanı olmadığını; yaşadıkça daha da çok anladık,
sevgilim.Bizi biraz ayrılık, biraz da dünya tuttu. Bir arada.
Ben; biraz daha dayanıklıydım sana göre, doğarken sarhoş doğmuştum.
Bunca acıyan hatıralar ve morfinli rüyalardan sağ çıkmamın nedeni
buydu, sadece. Sen daha savunmasız, sen daha küçüktün. Sırf, seni
hayatta tutmak için çok sevmiştim. Çok sevmek, kutsal sayılan dinlerin
'birinci şartı'ydı. Cennete, belki bu sayede giderim sanmıştım.
Cennetine. Düştüğüm cehennemin tam ortasından. Yanılmışım. Sen şimdi
daha savunmasız, ben.. ben...
Uçurumun sonu!
ÖDÇ
5 Mart 2013 Salı
"Bir düş, avuçiçlerindeki rüyada saklı. Çiçek. Uçurum kenarı. Ve yasemin kokulu bütün sözcüklerin, uğramadığı istasyon yalnızlığına bir ah! Şarkıların fısıltısı. Mümkün olmayan ne varsa, şimdi bir sus. İmlasında gizli, gözlerinin söylediği. Ve aşk. Aşk kente uğramayan yabancı. El. Minik elleri ve hatta. Kader. Dün süresizce. Yarın, belki. Şimdi. Alacakaranlık. Dudak sızısı."
ÖDÇ
ÖDÇ
1 Mart 2013 Cuma
"Müslüm Gürses'e dair bir hatıram"
Müslüm Gürses'e dair, haber kaynakları ve
sosyal platformlarda önce 'vefat etti' sonra da 'durumu kritik, ağır';
'yoğun bakım ünitesinde makineye bağlı yaşatılıyor' diye haberleri görünce çok eskilere gittim birden, çocukluk yıllarıma...
İki ayrı ve tek katlı evin aynı bahçeye çıktığı bir yerde geçti benim çocukluğum. Hafızam kuvvetlidir. Okul öncesi hayal meyal olsa da o çamurdan üst başımızın battığı, misket, gazoz kapakları ve futbol oynadığımız sokağın tadını yeniden anımsadım. Topun peşinde koşarken dönemin meşhur yetenekli futbolcu isimlerini takardık biz kendimize, genelde ben Prekazi olurdum, o yıllardaki en iyi çocukluk arkadaşım ise Tanju Çolak. Arka sokağın çocuklarıyla maç alır gün boyu top peşinde koşardık: Kan ter içinde kalana dek, yorulmak bilmezdik dahası camları kırardık sokağın evlerinden herhangi birinin. Onlar da annenize şikayet edeceğim sizi diye çıkışırlar, topumuzu keserlerdi. Ama vazgeçmezdik oynamaktan...
O yıllar, benim kahramanlarım vardı. SuperMan, Tenten, RedKit, Robinson Crusoe ve şimdilerde Karadayı'yı izleyenlerin bileceği; dizinin Mahir Kara'sının olduğu gibi semtin en fiyakalı ağır abisi Amcam. Babam koymuş adını. Ayhan Işık'mış babamın gençliğinin kahramanı da. İlkokula gittiğim dönemlerdi. Okuldan eve geldiğimde en büyük zevkim, aynı bahçedeki diğer evin yani, dedemlerle amcamın kaldığı tek katlı evin terasında güvercin uçurmaktı. Amcam el sanatlarında meziyetli birisiydi. Güvercinler için özel bir kümes yapmıştı. Beyaz, paçalı başta olmak üzre değişik değişik isimler verdiğimiz güvercinleri dışarı salar, uçmalarını, takla atmalarını ve tekrar yuvalarına dönmelerini keyifle izlerdik.
O yıllar, amcam evde olduğunda; teybin sesini açarak müzik dinlerdi. Ve ağır, ağdalı, acılı şarkılar pencereden bahçeyi ve sokağımızı kaplardı. Cüzdanında resimlerini ve çıkartmalarını taşıdığı o şarkıların sahibi Müslüm Gürses'ti. Gürses, "Kaç kadeh kırıldığını soruyor, yıkılsın minareler açılsın meyhaneleri söylüyor, adını sen koy diyor, esrarlı gözleri anıyor ve amcamın o tarihlerdeki aşk acılarını sarmaya yardımcı oluyordu.
İlk o zaman tanıştığım, o acılı, insanın içini sızlatan ve amcamın damar saatlerine eşlik eden Gürses'i hayatımın kötü giden, acı çektiğim dönemlerinde dinleyip şarkılarını bende yaralarıma pansuman niyetine sarmaya çalışmıştım..
Anımsadığım bu çoculuk hatırasından sonra bugün Müslüm Gürses yoğun bakım ünitesinde makineye bağlı ve durumu kritik ağırlaşıyor denince bir başka hüzünlü ana geçiş yaptı hafsalam. Bir kaç yıl önce; annem sağlığını birden bire kaybedince hastaneler, ameliyat ve sonrası vefatına kadar olan bir süreci yaşadık. Son günü, Özel Medic'ana' hastanesinde geçti. Oraya kaldırıldığında, umutlarımız vardı. Hatta bir gün öncesi ailece ziyarete gittik. Hepimizi almadılar ama doktorlar, yoğun bakım ünitesinde, makineye bağlı yaşam desteği sağlıyoruz durumu iyiye gidiyor açıklaması yapmışlardı. Bir gün sonra evde duramadım ve hastanede olmam gerektiğini düşünüp tek başıma hastaneye gittiğimin gecesinde kaybettik annemi. Yaşam destek ünitesinin yalnızca bir gün yaşatabilmesi aklıma geldikçe; orada doktorların nasıl yardımcı olup olmadığını kendileri ve Tanrı biliyor artık.
İyi ya da kötü yaşamın içinde olan bir gerçek, ölüm. Hiç ölmeyecekmiş sanıyoruz. Gençlik yıllarının sonsuz, bitmek bilmeyen enerjisi de bir gün tükeniyor. Yakınlarımızın başına gelince daha acıyor canımız, hepsi bu. Önemli olan aslında yaşam denen kısacık ömürde neler yaptığı, geriye neler bıraktığı değil mi insanın, sadece.
Bize, hayatın meşgul tonu hiç bitmez gibi görünüyorsa da belki de; bugün cuma vaazında hocanın dediği gibi...
"Bizler dünya işleriyle meşgul olurken; unutuyoruz hayatın gerçeklerinden birini, ölmeyi. Unutmayalım ki, şuan ebedi uykusunda olanlar yani bizden evvel yaşayanlar da; dünya işleriyle meşgul olmuşlar ve hiç ölmeyeceklerini sanmışlardı."
ÖDÇ
İki ayrı ve tek katlı evin aynı bahçeye çıktığı bir yerde geçti benim çocukluğum. Hafızam kuvvetlidir. Okul öncesi hayal meyal olsa da o çamurdan üst başımızın battığı, misket, gazoz kapakları ve futbol oynadığımız sokağın tadını yeniden anımsadım. Topun peşinde koşarken dönemin meşhur yetenekli futbolcu isimlerini takardık biz kendimize, genelde ben Prekazi olurdum, o yıllardaki en iyi çocukluk arkadaşım ise Tanju Çolak. Arka sokağın çocuklarıyla maç alır gün boyu top peşinde koşardık: Kan ter içinde kalana dek, yorulmak bilmezdik dahası camları kırardık sokağın evlerinden herhangi birinin. Onlar da annenize şikayet edeceğim sizi diye çıkışırlar, topumuzu keserlerdi. Ama vazgeçmezdik oynamaktan...
O yıllar, benim kahramanlarım vardı. SuperMan, Tenten, RedKit, Robinson Crusoe ve şimdilerde Karadayı'yı izleyenlerin bileceği; dizinin Mahir Kara'sının olduğu gibi semtin en fiyakalı ağır abisi Amcam. Babam koymuş adını. Ayhan Işık'mış babamın gençliğinin kahramanı da. İlkokula gittiğim dönemlerdi. Okuldan eve geldiğimde en büyük zevkim, aynı bahçedeki diğer evin yani, dedemlerle amcamın kaldığı tek katlı evin terasında güvercin uçurmaktı. Amcam el sanatlarında meziyetli birisiydi. Güvercinler için özel bir kümes yapmıştı. Beyaz, paçalı başta olmak üzre değişik değişik isimler verdiğimiz güvercinleri dışarı salar, uçmalarını, takla atmalarını ve tekrar yuvalarına dönmelerini keyifle izlerdik.
O yıllar, amcam evde olduğunda; teybin sesini açarak müzik dinlerdi. Ve ağır, ağdalı, acılı şarkılar pencereden bahçeyi ve sokağımızı kaplardı. Cüzdanında resimlerini ve çıkartmalarını taşıdığı o şarkıların sahibi Müslüm Gürses'ti. Gürses, "Kaç kadeh kırıldığını soruyor, yıkılsın minareler açılsın meyhaneleri söylüyor, adını sen koy diyor, esrarlı gözleri anıyor ve amcamın o tarihlerdeki aşk acılarını sarmaya yardımcı oluyordu.
İlk o zaman tanıştığım, o acılı, insanın içini sızlatan ve amcamın damar saatlerine eşlik eden Gürses'i hayatımın kötü giden, acı çektiğim dönemlerinde dinleyip şarkılarını bende yaralarıma pansuman niyetine sarmaya çalışmıştım..
Anımsadığım bu çoculuk hatırasından sonra bugün Müslüm Gürses yoğun bakım ünitesinde makineye bağlı ve durumu kritik ağırlaşıyor denince bir başka hüzünlü ana geçiş yaptı hafsalam. Bir kaç yıl önce; annem sağlığını birden bire kaybedince hastaneler, ameliyat ve sonrası vefatına kadar olan bir süreci yaşadık. Son günü, Özel Medic'ana' hastanesinde geçti. Oraya kaldırıldığında, umutlarımız vardı. Hatta bir gün öncesi ailece ziyarete gittik. Hepimizi almadılar ama doktorlar, yoğun bakım ünitesinde, makineye bağlı yaşam desteği sağlıyoruz durumu iyiye gidiyor açıklaması yapmışlardı. Bir gün sonra evde duramadım ve hastanede olmam gerektiğini düşünüp tek başıma hastaneye gittiğimin gecesinde kaybettik annemi. Yaşam destek ünitesinin yalnızca bir gün yaşatabilmesi aklıma geldikçe; orada doktorların nasıl yardımcı olup olmadığını kendileri ve Tanrı biliyor artık.
İyi ya da kötü yaşamın içinde olan bir gerçek, ölüm. Hiç ölmeyecekmiş sanıyoruz. Gençlik yıllarının sonsuz, bitmek bilmeyen enerjisi de bir gün tükeniyor. Yakınlarımızın başına gelince daha acıyor canımız, hepsi bu. Önemli olan aslında yaşam denen kısacık ömürde neler yaptığı, geriye neler bıraktığı değil mi insanın, sadece.
Bize, hayatın meşgul tonu hiç bitmez gibi görünüyorsa da belki de; bugün cuma vaazında hocanın dediği gibi...
"Bizler dünya işleriyle meşgul olurken; unutuyoruz hayatın gerçeklerinden birini, ölmeyi. Unutmayalım ki, şuan ebedi uykusunda olanlar yani bizden evvel yaşayanlar da; dünya işleriyle meşgul olmuşlar ve hiç ölmeyeceklerini sanmışlardı."
ÖDÇ
28 Şubat 2013 Perşembe
"Bana beni sus dedim. Gözlerindeki mutsuzluğu görmüştüm. Aşkla, dolu dolu bakan gözleri, parıltısını yitirmişti. Gitmek istiyordu, artık. Ancak hatıralarımızı, özlem duygusunu, birlikte geçen bütün saatlerimizi, bir daha yanyana gelemeyecek olmamızı ve hayatına birini dahil edene kadar başetmek zorunda olacağı yalnızlığı düşününce duraksadı. Diyemedi. Tam da 'o an' kendimi ne bu dünyaya ait; ne de başka bir hayata dahil buldum. Bir dokunuş; kıyıdan aşağı doğru itmesine yetecekti. Ve Tanrı; yaşam ile ölüm arasındaki o ince çizgiyi, o akşam; alnımın tam üzerine çekti. Yağmurlu bir aralık akşamıydı."
ÖDÇ
27 Şubat 2013 Çarşamba
Körkuyu
1.Bölüm:
Doktor, kızgın bir yüz ifadesi ve sert bir ses tonuyla; bana dönerek "Haplarını içmiyor musun sen şimdi, burada kurallar var bak baştan anlaşalım, iyi olmak için burdasın ve sen böyle yaparsan, iyi olamayacaksın" dedi.
Ah! Haplar...
İnsanın bütün bedenini uyuşturan, acımsı tadıyla mide bulandırıcı, kendinizi felçli gibi hissettiğiniz, uykular ve kusmalar arası gidip gelmenizi sağlayan küçük renkli şeyler...
"Hastalar odaya yerleştirildi ve sayım için hazırlar" dedi hemşire, nöbetçi doktora. Yat saati 23:00'di. Koridorun sağında ve solunda küçük otel odaları şeklinde düzenlenmiş odalarda, ikişerli kalıyorduk.
Sayım bitti ve ışıklar söndürüldü. Odadan lavaboya gitmek dışında başka bir alana çıkış yasaktı, zaten kitliydi sigara odası ve kafateryanın kapıları. Yanımda yatan kişinin adı Adem'di. Adem sarışın, buğday tenli hafif kirli sakallı benden iki üç yaş büyük Edirneli biriydi.
Uykunuz gelmesi için bir müddet beklersiniz ya, o karanlıkta belli belirsiz tavana bakıyor ve aklıma güzel sayabileceğim günleri getirmeye çalışıyordum. Adem:" Uyuyamadın mı" dedi. Karanlığın bölen, kısık ses tonuyla. "Alışırsın, ilk zamanlar böyledir."
Nereli olduğumu, ailemin ve bir sevdiğimin olup olmadığını da sordu. Belli belirsiz, cevaplandırdım. Sonra "ya sen" dedim. Sanki birikmiş ve anlatmak istiyormuş gibi bir bir dökülmeye başladı. Gecenin karanlığına, daha da siyah çalarak.
Bana "çok sevdiğim bir kız vardı" dedi ve anlatmaya başladı: "Evlendik, sonra sorunlar yaşamaya başladık. İşten çıkarıldım bir süre sonra ve maddi sorunlar yüzünden bir sürü borcu ödeyemez olduk. Borçlar ve işsizlik canıma tak etti. Bir akşam evde epeyce içmiştim. Sonra yine kavga etmeye başladık. Bana, bir ton borcumuz var ve sen içiyorsun ha diyerek bağırmaya başladı. O an meyve tabağının yanındaki bıçağı gördüm. Gözüm döndü. Kendimi kaybetmişim. Kafam yerine geldiğinde, kanlar içinde yerdeydi karım. Heman ambulans çağırdım. Hastaneye zor yetiştik. Son anda kurtarıldı. Ancak olaydan sonra, beni terk etti ve boşanma davası açtı. Ailesi kesinlikle yüzünü dahi göstermedi. Baba evine döndüm. Bir gece tavana ip bağladım ve intiharı denedim. Ancak yere düşen sandalyenin gürültüsüyle, boğulurken çıkan hırıltılarıma yetişti bizimkiler, kurtardılar ve son çare beni buraya getrdiler işte böyle dedi. İki aydır burdayım. Ha, çıkınca yeniden denemeyi düşünüyorum."
Demir parmaklıklarla çevrili duvar manzaralı pencereye yakın yerde yatan Adem'in söyledikleriyle içinde bulunduğum ortamın vehametini daha iyi algılamıştım.
Gece olunca, başka bir şehre bürünen İstanbul'daki her evde takriben aylardan şubattı. Ancak Adem'le paylaştığım odanın, takvimi epeyce ıskaladığını hissettim.
Sesi kesildi. Hafif hafif horlamaya başladı. Kendimle kalmıştım. Uyur uyanık. Gözlerimi kapadığımda annemi gördüm. Kimsenin olmadığı istasyonunda, tek başına tren bekliyordu. Gülümsedim. Çoktandır rüyalarıma gelmiyorsun dedim. Sarılmak için adım attım ancak tren geldi ve bana bakmadan trene bindi. Yavaş yavaş hareket eden koca demir yığınının penceresinden kafasını uzattı ve "Hoşçakal yavrum, kanserli bir kente gidiyorum dedi, iyi bak kendine.."
Oysa, "çocukluğuma dönelim anne" diye bağırdım uzaklaşan trenin arkasından. "Üstümü ört. Bu yaşadıklarımın hepsine rüya de"
Duymadı. Koca seneler boyunca tek görüşümde buydu.
Uykudan, koridorları inleten bir ses yüzünden hıçkırarak uyandım. Bir hastayı tekerlekli sedyeye bağlamışlardı ve hasta canhıraş "Gitmicem, karantinaya gitmicem" diye bağırıyordu. Adem'de uyanmıştı."Karantina ne" dedim.
"Boşver," dedi. "Bilmek istemezsin. Sen iyi misin" diye durumumu öğrenmek istedi. "İyiyim" dedim. "Burada insan ne kadar iyi olabilirse o kadar iyiyim.."
1.bölümün Sonu
ÖDÇ
Doktor, kızgın bir yüz ifadesi ve sert bir ses tonuyla; bana dönerek "Haplarını içmiyor musun sen şimdi, burada kurallar var bak baştan anlaşalım, iyi olmak için burdasın ve sen böyle yaparsan, iyi olamayacaksın" dedi.
Ah! Haplar...
İnsanın bütün bedenini uyuşturan, acımsı tadıyla mide bulandırıcı, kendinizi felçli gibi hissettiğiniz, uykular ve kusmalar arası gidip gelmenizi sağlayan küçük renkli şeyler...
"Hastalar odaya yerleştirildi ve sayım için hazırlar" dedi hemşire, nöbetçi doktora. Yat saati 23:00'di. Koridorun sağında ve solunda küçük otel odaları şeklinde düzenlenmiş odalarda, ikişerli kalıyorduk.
Sayım bitti ve ışıklar söndürüldü. Odadan lavaboya gitmek dışında başka bir alana çıkış yasaktı, zaten kitliydi sigara odası ve kafateryanın kapıları. Yanımda yatan kişinin adı Adem'di. Adem sarışın, buğday tenli hafif kirli sakallı benden iki üç yaş büyük Edirneli biriydi.
Uykunuz gelmesi için bir müddet beklersiniz ya, o karanlıkta belli belirsiz tavana bakıyor ve aklıma güzel sayabileceğim günleri getirmeye çalışıyordum. Adem:" Uyuyamadın mı" dedi. Karanlığın bölen, kısık ses tonuyla. "Alışırsın, ilk zamanlar böyledir."
Nereli olduğumu, ailemin ve bir sevdiğimin olup olmadığını da sordu. Belli belirsiz, cevaplandırdım. Sonra "ya sen" dedim. Sanki birikmiş ve anlatmak istiyormuş gibi bir bir dökülmeye başladı. Gecenin karanlığına, daha da siyah çalarak.
Bana "çok sevdiğim bir kız vardı" dedi ve anlatmaya başladı: "Evlendik, sonra sorunlar yaşamaya başladık. İşten çıkarıldım bir süre sonra ve maddi sorunlar yüzünden bir sürü borcu ödeyemez olduk. Borçlar ve işsizlik canıma tak etti. Bir akşam evde epeyce içmiştim. Sonra yine kavga etmeye başladık. Bana, bir ton borcumuz var ve sen içiyorsun ha diyerek bağırmaya başladı. O an meyve tabağının yanındaki bıçağı gördüm. Gözüm döndü. Kendimi kaybetmişim. Kafam yerine geldiğinde, kanlar içinde yerdeydi karım. Heman ambulans çağırdım. Hastaneye zor yetiştik. Son anda kurtarıldı. Ancak olaydan sonra, beni terk etti ve boşanma davası açtı. Ailesi kesinlikle yüzünü dahi göstermedi. Baba evine döndüm. Bir gece tavana ip bağladım ve intiharı denedim. Ancak yere düşen sandalyenin gürültüsüyle, boğulurken çıkan hırıltılarıma yetişti bizimkiler, kurtardılar ve son çare beni buraya getrdiler işte böyle dedi. İki aydır burdayım. Ha, çıkınca yeniden denemeyi düşünüyorum."
Demir parmaklıklarla çevrili duvar manzaralı pencereye yakın yerde yatan Adem'in söyledikleriyle içinde bulunduğum ortamın vehametini daha iyi algılamıştım.
Gece olunca, başka bir şehre bürünen İstanbul'daki her evde takriben aylardan şubattı. Ancak Adem'le paylaştığım odanın, takvimi epeyce ıskaladığını hissettim.
Sesi kesildi. Hafif hafif horlamaya başladı. Kendimle kalmıştım. Uyur uyanık. Gözlerimi kapadığımda annemi gördüm. Kimsenin olmadığı istasyonunda, tek başına tren bekliyordu. Gülümsedim. Çoktandır rüyalarıma gelmiyorsun dedim. Sarılmak için adım attım ancak tren geldi ve bana bakmadan trene bindi. Yavaş yavaş hareket eden koca demir yığınının penceresinden kafasını uzattı ve "Hoşçakal yavrum, kanserli bir kente gidiyorum dedi, iyi bak kendine.."
Oysa, "çocukluğuma dönelim anne" diye bağırdım uzaklaşan trenin arkasından. "Üstümü ört. Bu yaşadıklarımın hepsine rüya de"
Duymadı. Koca seneler boyunca tek görüşümde buydu.
Uykudan, koridorları inleten bir ses yüzünden hıçkırarak uyandım. Bir hastayı tekerlekli sedyeye bağlamışlardı ve hasta canhıraş "Gitmicem, karantinaya gitmicem" diye bağırıyordu. Adem'de uyanmıştı."Karantina ne" dedim.
"Boşver," dedi. "Bilmek istemezsin. Sen iyi misin" diye durumumu öğrenmek istedi. "İyiyim" dedim. "Burada insan ne kadar iyi olabilirse o kadar iyiyim.."
1.bölümün Sonu
ÖDÇ
20 Şubat 2013 Çarşamba
Biliyor
musun dedi. "Sen benim bebeğim, erkeğim, sevgilim, her şeyimsin.
İnanıyorum ki, senden çok iyi yol arkadaşı, çok iyi bir koca, çocuğumuza
çok iyi de bir baba olacak." Baktım, bebeklerinde eridiğim gözlerine
usulca. Ah, ‘bilsen canımın taa içi ’ der gibi. ‘Keşke’ der gibi.
Diyemedim. Sustum. Yanıldı. Ben, haklı çıktım. O gün dilimin ucuna
geleni söylese miydim? O büyülü ânı, o büyülü sahneyi, mahvetse
miydim?Dese miydim?
“-Ah! yeryüzünün en güzel meleği. Ah! yağmur gözlüm, yarası saklım. Ah! biçarem. Ne iyi bir yol arkadaşın, ne de kocan;
Olsa olsa ben senin çok iyi bir hayal kırıklığın olacağım.”
ÖDÇ
18 Şubat 2013 Pazartesi
Seans
Hatırladığım, inceden uzunca bir koridor. Puslu biraz. Bulunduğum yerin adında uzun uzadıya tamlamalar bir de duvarların öte yanında bitmeyen sesler. Karşımda bir kadın ve unvanlar dolu bir kartviziti. Hepsi bu.
Bana 'kendinden bahseder misin' diyerek girdi söze. Ağzımdan taşan cümleleri bir araya getirmeye çalıştım evvelce. Sonra derin bir nefes alıp başladım anlatmaya. Akrep, yelkovanın izini sürdü. Nereden, nerelere geldiğimin farkında değildim. Kendime geldiğimde gördüğüm, kadının yüzündeki başlangıca ait sakin, soğukkanlı, kendinden emin ifadenin yerini şaşkınlığa, biraz üzüntüye ve endişeye bıraktığıydı. 'Bu anlattıklarınız'dedi. 'Çok zor şeyler ve sanırım defalarca sürdürmemiz gerekecek. Daha çok burada misafirimiz olacaksınız.'
'Durum o kadar mı karmaşık yani diyorsunuz' dedim.
Gözlerime baktı, evet der bir hareketle başını salladı ve 'Canınızı bu denli yakan, kırıcı, üzücü, tatsız, keder içeren silsilenin sıfır noktası her neresiyse; o başlangıca gitmeliyiz icab ederse, çocukluğunuza'. dedi. 'Gerek var mı' dedim. Sizin bir saatte duyduğunuz; "rahimden kurtarılması imkansız bir kürtajın hikayesi". "Benim onlarca yılıma yetmedi. Bence o çocuğu da aramayın boşuna. Vakti zamanında aldılar, derinimden..."
Hanımefendi; 'içimdeki çocuk, eylülün yağmurlu bir akşamı' öldürüldü.
Bana 'kendinden bahseder misin' diyerek girdi söze. Ağzımdan taşan cümleleri bir araya getirmeye çalıştım evvelce. Sonra derin bir nefes alıp başladım anlatmaya. Akrep, yelkovanın izini sürdü. Nereden, nerelere geldiğimin farkında değildim. Kendime geldiğimde gördüğüm, kadının yüzündeki başlangıca ait sakin, soğukkanlı, kendinden emin ifadenin yerini şaşkınlığa, biraz üzüntüye ve endişeye bıraktığıydı. 'Bu anlattıklarınız'dedi. 'Çok zor şeyler ve sanırım defalarca sürdürmemiz gerekecek. Daha çok burada misafirimiz olacaksınız.'
'Durum o kadar mı karmaşık yani diyorsunuz' dedim.
Gözlerime baktı, evet der bir hareketle başını salladı ve 'Canınızı bu denli yakan, kırıcı, üzücü, tatsız, keder içeren silsilenin sıfır noktası her neresiyse; o başlangıca gitmeliyiz icab ederse, çocukluğunuza'. dedi. 'Gerek var mı' dedim. Sizin bir saatte duyduğunuz; "rahimden kurtarılması imkansız bir kürtajın hikayesi". "Benim onlarca yılıma yetmedi. Bence o çocuğu da aramayın boşuna. Vakti zamanında aldılar, derinimden..."
Hanımefendi; 'içimdeki çocuk, eylülün yağmurlu bir akşamı' öldürüldü.
Pek sık olmasa da...
Ne zaman onu sevdiğimi söylesem, bende derdi. Bende seni...
Başlarda çok üstünde durmamıştım da, içten içe yer etmeye başlamıştı sonraları.
Acaba beni gerçekten ...
İşte o düşünceden beri söyleyeceği günün hayali ile yaşamıştım
ve hiç söylememişti..
ilk kez o gün,
gözlerimin içine baktı ve seni seviyorum dedi.
nisanın biriydi.
Ne zaman onu sevdiğimi söylesem, bende derdi. Bende seni...
Başlarda çok üstünde durmamıştım da, içten içe yer etmeye başlamıştı sonraları.
Acaba beni gerçekten ...
İşte o düşünceden beri söyleyeceği günün hayali ile yaşamıştım
ve hiç söylememişti..
ilk kez o gün,
gözlerimin içine baktı ve seni seviyorum dedi.
nisanın biriydi.
Geçmez, asla geçmez. Ama geçer derler...
Çok bilirmiş gibi. En çok onlar yaşamış gibi; Boşver, unutursun, atlatırsın, toparlarsın. Laf!
Oh be dünya varmış derken yada biraz daha iyi hissettiğinizde
kendinizi; çıkar ansızın, acısı. Bilirsin, tanırsın, evcilleştirmeye
çalıştığın sızının şiddetini. Onu tanıdığında yeniden doğmuş sanmıştın
oysa ki. Değil mi?
Sonra gider ve bir yara, bir hayatı ancak bu
kadar kanatır. Dikiş olsa, izi kalır. Artık, o geçer dedikleri,
teninizden hiç çıkmayacak olan doğum lekesi...
ÖDÇ
Hoşça'kal kelimesini dudaklarına getirmişti artık, bir cümle öncesiydeydi; Her şey için teşekkür ederim ile başladı. Yolun sonu görünüyordu. Benden dedi bir isteğin var mı, son bir istek?
İdam mahkumuna, dar ağacında son arzusunu sormak gibi bir şeydi bu. Yutkundum. Zira gidişi ölümdü, gidiyordu. Ölüyordum, bilmiyordu. Yok dedim canın sağolsun senin. Bende sana teşekkür ederim ve mutluluklar dilerim bundan sonraki hayatında. Ancak, bir hayalim vardı çok iyi yüzemiyordum ya bilirsin. Yüzmeyi öğrenmek isterdim. Senden sonra iletir misin, yakınlarıma? Beni okyanusa gömsünler.
Belki böylece sonsuza dek yüzebilirim...
ÖDÇ
14 Şubat 2013 Perşembe
14 Şubat: 'Sensizm'
Telefonu ayırmıyorum hiç yanımdan. Hep çalıyormuş gibi, hep sesin ahizeden yankılanıyormuş sanmaktan belki. Bir benzeri de başkasıyla konuşurken onun yerine seninle konuşuyormuş zannetmem. Tuhaf ve komik hallere düşüyorum, sorma.
Aklım yerinde değil, televizyonu açıyorum ekrana bakarken gülüşünü görüyorum, bir çok dizide, bir çok haberde sen varsın. Ana haber bültenisin hayatımın. Sonra uyku saati geliyor. O ayrı bir işkence. Yastığa sarılıp uyuyabiliyorum geceleri...
Gözlerimi kapayınca, gözlerin geliyor hayalime...
Çok zaman sonra uyur uyanık, bölük pörçük düşlere yelken açabiliyorum. Rüyamda seni görüyorum. Her yanımda seni. Her gün, her saat; sen varsın diye nefes almak anlamlı geliyor.
Radyoda dinlediğim bir şarkı, o eğlendiğimiz geceler, dans ettiğimiz o muhteşem akşamı getiriyor aklıma, bu yüzden ikimizin gittiği 'hatıra' mekanlarımıza yalnız gitmeye korkuyorum; daha doğrusu gidemiyorum. Kanalları karıştırırken, omzuma yaslanıp izlediğin sinemadaki o filme televizyonda rastlamak da beter oluyor. O'an' aklıma geliyor. Ben kentin her hangi bir ücrasındaki sinema salonu oluyorum.
Hayallerle baş etmek zor. Her kareyi tekrar yaşıyorum, rastlantısal...
İki kişilik yemek siparişi veriyorum evde yalnızken, sen yemezsen midemden geçmiyor işte, bilirsin...
Sıkı giyiniyorum dışarı çıkarken. Tenbihlerin kulağımı çınlatıyor durmadan. İyi bakıyorum, kendime. Sanki sana saklar gibi, kendimi...
Eve geç dönüyorum bazı geceler; trafik, uzun yol, kalabalık umrumda olmuyor. İnsanlar konuşurken; belli belirsiz çevremde, ben sadece senin sesini duyuyorum.
Seni göremeyince çirkin oluyorum o hafta. Aynalara küsüyorum. Aynalarla kavga ediyorum.
Uzun uzadıya susuyorum, içimden sana birikerek. Ağzımı bıçak açmıyor, kutsal olmayan aylarda oruç tutuyor, yemeden içmeden kesiliyorum..
Kendimi sensizlikle cezalandırma yöntemim bu, kendi buluşum.
Dalıp gidiyorum, başka rüyalara kimi zaman..
Koynundan kalkıyormuş gibi, o günler gibi, beş dakika, beş dakika daha diye diye erteliyorum hayatı. Bazen yağmurlu otobüs yolculukları yapıyorum. Cama dayıyorum başımı, yol; hatıralarla beraber akıyor izliyorum, o mesut günlerimizi.
Dua etmeyi unutuyorum kimi günler, ikimiz için. Hayallerimiz için. Ya başımıza bir şey gelirse korkusu sarıyor içimi. Sessiz, karanlık sokaklarda yürüyorum geceleri, seni bırakıyormuş gibi geçiyorum evinin önünden. Odanın ışığını kapatınca sen, rahatça dönüyorum eve, bilmiyorsun.
Yaptığın kekin tadını unutmadım, bana getirdiğin 'Aşkımmm, kendi ellerimle, senin için yaptım' dediğin günü de..
Şimdi gibi anımsıyorum. O getirdiğin saklama kabının içine saklıyorum, hayal kırıklıklarımı.
Aldığın gömleği çıkarmak istemiyorum hiç, giyecek başka kıyafetin mi yok desinler, diyorlar umrum değil..
Çıkmıyorum da artık İstiklal'e. Ölmekten de korkmaya başladım, yaşlanıyorum sanki daha fazla. Seyreldi saçlarım. Eski resimlerdeki adam da değilim.Mutlu hiç değilim.
Sen severdin diye, bir yavru kedi buldum sokakta, bir gece yarısı miyavladıydı da sessizliği bozmuştu içeri almıştım. Ona süt alıyor, kendi ellerimle besliyorum. Göğsüme yaslanmayı seviyor o da. Üstelik, adını verdim küçük kedi yavrusuna.
Evde durmaktan yoruluyorum, sıkılıyorum artık. Saatlerce boş boş bakıyorum tavana, belli belirsiz kapı çalıyor. Çalınca heyecanlanıp,açıyorum...
Hep aynı yüzler. Postacı, sucu, polis, dilenci. Sonra dileniyorum, hayalimde de olsa görebilmeyi seni.
Sahile çıkıyorum bazen, suya karışıp erir miyim diye aklımdan gecmiyor değil. Martılar, boş banklar, rüzgarın yapraklarla öpüşmesi işte, bir değişiklik yok...
İlaçlarımı da ihmal etmeye başladım. Kızacaksın bana,
biliyorum..
Nasırım nasıl ağrıyor gündüzleri sorma. Mereti de sık içmeye başladım iki paket, öksürtüyor durmadan. İçki desen, beni bırakmayan tek sevgili.
Ağlamazdım eskiden. Şimdi gözlerim kan çanağı, tıngırtı duysam yolda hüzünleniyorum. Kafası hep güzel diyorlardır kesin...
İşyerinde ikiyle ikiyi bile yanlış topluyorum. Arabesk müzik dinlemezdim çoktandır. Şimdi otobüste, işte, evde sürekli damar. Damar, damar üstüne.
Dizileri filan izliyorum akşamları, ağlamaklı oluyorum...
Çay demliyorum, iki çay bardağı, sen tek şeker alıyordun, unutmadım. Karşılıklı içiyoruz akşam televizyon keyfimizde. Ancak, güceniyorum sana, artık bitirmiyorsun bardağını...
'aşkımm, bir çay daha alırım ben' demiyorsun.
Yağmur yağdığında atıyorum kendimi dışarı, sırılsıklam olana dek yürüyorum. Ben yürüdükçe, yağmur şiddetini arttırıyor. Ağlamamı kimse görmüyor. Zaten o saatler; sokakta; ya berduşlar, ya evsizler.
Şimdi kimbilir, nerdesin, kimbilir kiminlesin.
Uyuyosundur muhtemelen, geç oldu...
Sen, hem bu saate dayanamazsın. Kucağıma alıp, yatağına yatırmıştım olsan, üstünü sıkı sıkıya örtmüştüm de.
Tatlı uykular meleğim, ben geceyi örter hayalinin yanına sokulurum birazdan... Bir kaç itirafım olacak. Aynı gök yüzü altındayız ancak başka hayatlardayız şimdi, kabul etmesi zor. Anlaması, alışması.
Ama; bil ki...
Ben en çok seni hatırladım, unuttuklarımın yasında. En çok sana küldüm, düştüğüm ateşlerin ortasında. En çok sana sustum. Geceler boyu, hıçkırımlarımda. Ben en çok seni sevdim terk edip beni, gidenlerin arasında...
ve anlayacağın belki de anlayamayacağın son bir cümlem daha var; önemi yok senin için ama onu da bilmeni istiyorum...
"Seni hala çok seviyorum..."
ÖDÇ
Aklım yerinde değil, televizyonu açıyorum ekrana bakarken gülüşünü görüyorum, bir çok dizide, bir çok haberde sen varsın. Ana haber bültenisin hayatımın. Sonra uyku saati geliyor. O ayrı bir işkence. Yastığa sarılıp uyuyabiliyorum geceleri...
Gözlerimi kapayınca, gözlerin geliyor hayalime...
Çok zaman sonra uyur uyanık, bölük pörçük düşlere yelken açabiliyorum. Rüyamda seni görüyorum. Her yanımda seni. Her gün, her saat; sen varsın diye nefes almak anlamlı geliyor.
Radyoda dinlediğim bir şarkı, o eğlendiğimiz geceler, dans ettiğimiz o muhteşem akşamı getiriyor aklıma, bu yüzden ikimizin gittiği 'hatıra' mekanlarımıza yalnız gitmeye korkuyorum; daha doğrusu gidemiyorum. Kanalları karıştırırken, omzuma yaslanıp izlediğin sinemadaki o filme televizyonda rastlamak da beter oluyor. O'an' aklıma geliyor. Ben kentin her hangi bir ücrasındaki sinema salonu oluyorum.
Hayallerle baş etmek zor. Her kareyi tekrar yaşıyorum, rastlantısal...
İki kişilik yemek siparişi veriyorum evde yalnızken, sen yemezsen midemden geçmiyor işte, bilirsin...
Sıkı giyiniyorum dışarı çıkarken. Tenbihlerin kulağımı çınlatıyor durmadan. İyi bakıyorum, kendime. Sanki sana saklar gibi, kendimi...
Eve geç dönüyorum bazı geceler; trafik, uzun yol, kalabalık umrumda olmuyor. İnsanlar konuşurken; belli belirsiz çevremde, ben sadece senin sesini duyuyorum.
Seni göremeyince çirkin oluyorum o hafta. Aynalara küsüyorum. Aynalarla kavga ediyorum.
Uzun uzadıya susuyorum, içimden sana birikerek. Ağzımı bıçak açmıyor, kutsal olmayan aylarda oruç tutuyor, yemeden içmeden kesiliyorum..
Kendimi sensizlikle cezalandırma yöntemim bu, kendi buluşum.
Dalıp gidiyorum, başka rüyalara kimi zaman..
Koynundan kalkıyormuş gibi, o günler gibi, beş dakika, beş dakika daha diye diye erteliyorum hayatı. Bazen yağmurlu otobüs yolculukları yapıyorum. Cama dayıyorum başımı, yol; hatıralarla beraber akıyor izliyorum, o mesut günlerimizi.
Dua etmeyi unutuyorum kimi günler, ikimiz için. Hayallerimiz için. Ya başımıza bir şey gelirse korkusu sarıyor içimi. Sessiz, karanlık sokaklarda yürüyorum geceleri, seni bırakıyormuş gibi geçiyorum evinin önünden. Odanın ışığını kapatınca sen, rahatça dönüyorum eve, bilmiyorsun.
Yaptığın kekin tadını unutmadım, bana getirdiğin 'Aşkımmm, kendi ellerimle, senin için yaptım' dediğin günü de..
Şimdi gibi anımsıyorum. O getirdiğin saklama kabının içine saklıyorum, hayal kırıklıklarımı.
Aldığın gömleği çıkarmak istemiyorum hiç, giyecek başka kıyafetin mi yok desinler, diyorlar umrum değil..
Çıkmıyorum da artık İstiklal'e. Ölmekten de korkmaya başladım, yaşlanıyorum sanki daha fazla. Seyreldi saçlarım. Eski resimlerdeki adam da değilim.Mutlu hiç değilim.
Sen severdin diye, bir yavru kedi buldum sokakta, bir gece yarısı miyavladıydı da sessizliği bozmuştu içeri almıştım. Ona süt alıyor, kendi ellerimle besliyorum. Göğsüme yaslanmayı seviyor o da. Üstelik, adını verdim küçük kedi yavrusuna.
Evde durmaktan yoruluyorum, sıkılıyorum artık. Saatlerce boş boş bakıyorum tavana, belli belirsiz kapı çalıyor. Çalınca heyecanlanıp,açıyorum...
Hep aynı yüzler. Postacı, sucu, polis, dilenci. Sonra dileniyorum, hayalimde de olsa görebilmeyi seni.
Sahile çıkıyorum bazen, suya karışıp erir miyim diye aklımdan gecmiyor değil. Martılar, boş banklar, rüzgarın yapraklarla öpüşmesi işte, bir değişiklik yok...
İlaçlarımı da ihmal etmeye başladım. Kızacaksın bana,
biliyorum..
Nasırım nasıl ağrıyor gündüzleri sorma. Mereti de sık içmeye başladım iki paket, öksürtüyor durmadan. İçki desen, beni bırakmayan tek sevgili.
Ağlamazdım eskiden. Şimdi gözlerim kan çanağı, tıngırtı duysam yolda hüzünleniyorum. Kafası hep güzel diyorlardır kesin...
İşyerinde ikiyle ikiyi bile yanlış topluyorum. Arabesk müzik dinlemezdim çoktandır. Şimdi otobüste, işte, evde sürekli damar. Damar, damar üstüne.
Dizileri filan izliyorum akşamları, ağlamaklı oluyorum...
Çay demliyorum, iki çay bardağı, sen tek şeker alıyordun, unutmadım. Karşılıklı içiyoruz akşam televizyon keyfimizde. Ancak, güceniyorum sana, artık bitirmiyorsun bardağını...
'aşkımm, bir çay daha alırım ben' demiyorsun.
Yağmur yağdığında atıyorum kendimi dışarı, sırılsıklam olana dek yürüyorum. Ben yürüdükçe, yağmur şiddetini arttırıyor. Ağlamamı kimse görmüyor. Zaten o saatler; sokakta; ya berduşlar, ya evsizler.
Şimdi kimbilir, nerdesin, kimbilir kiminlesin.
Uyuyosundur muhtemelen, geç oldu...
Sen, hem bu saate dayanamazsın. Kucağıma alıp, yatağına yatırmıştım olsan, üstünü sıkı sıkıya örtmüştüm de.
Tatlı uykular meleğim, ben geceyi örter hayalinin yanına sokulurum birazdan... Bir kaç itirafım olacak. Aynı gök yüzü altındayız ancak başka hayatlardayız şimdi, kabul etmesi zor. Anlaması, alışması.
Ama; bil ki...
Ben en çok seni hatırladım, unuttuklarımın yasında. En çok sana küldüm, düştüğüm ateşlerin ortasında. En çok sana sustum. Geceler boyu, hıçkırımlarımda. Ben en çok seni sevdim terk edip beni, gidenlerin arasında...
ve anlayacağın belki de anlayamayacağın son bir cümlem daha var; önemi yok senin için ama onu da bilmeni istiyorum...
"Seni hala çok seviyorum..."
ÖDÇ
7 Şubat 2013 Perşembe
5 Şubat 2013 Salı
Olsun
Sen gittin ya benden, o gün. Ben kaldım orada hani. Sonra yağmur yağdıydı da, çok ıslandım. Olsun.
Sonra hani kalandım ya, geriye dönmem meseleydi, mesele etmedin. Olsun. Yol
uzundu ya hani param yoktu, sonra yürüdüm ben. Ağladım ya birden, göz
yaşlarım yağmura karıştı. Eskiden olsa, silerdin ya görsen. Gördün, silmedin. Olsun.
Hani seni çok aradım da
açmadın ya telefonlarımı. Bende bir müddet sonra tutamadım kendimi,
geldim ya kapına. Hani balkondan baktın, gözlerime de değil aşağıya
doğru, sonra kapıyı açmadın. Çaldım, çaldım zilini, döndüm ya ben.
Kayboldum sonra. Olsun.
Hani kıymetlim derdim ya sana, beni bırakmazsın hiç dimi derdin sende ya bana. Ama sen bıraktın. Olsun.
Resminden içeriye doğru ya hani, sol yanımda toplu iğne sızısı. Olsun.
Senden bana son hatıra ya 'sırtıma' sapladığın bıçağın yarası. Hani
canım yanmazdı ya, olsun.
Acıyor mu dediydin ya, sonra benimde
acımıştı, senden önce diye hani. Evet, acıyor. Olsun. Alışamazmış ya
severken ayrılan. Alışamadım bende. Olsun. Hem sevdiği acıtabilirmiş ya
bir tek hani, insanın canını. Ne olacak ki, acısın, benim canım. Senin canın...
Canın sağ olsun.
ÖDÇ
06/02/2013 05:24
4 Şubat 2013 Pazartesi
Sen yürüyorsun ya
Farkında olmadan yalnız oluveriyor insan, gözlerinin saçaklarında. Duruyorsun öyle. Onca telaşın arasında bir peyzajın renklerini omuzlarına şal yapıp. Şehir akıp gidiyor kalabalığın mazgallarına. Sen nefes alıyorsun. Kent barışıyor, yaralarını döküp mazgallarına.Bir
masalın prensesi değil, bir prensesin masalı oluyorsun çoğu zaman. Kimi
yıldızlar telaş ediyor, gökyüzünde yer alabilmek için. Sen açıyorsun, güneş yer veriyor yüzüne. Bütün şarkılarda kalbe dokunan 'o' oluyorsun.
Bütün şarkılar seni söylüyor. Sen 'O'nu.
Sen duruyorsun. Öylece. Nehirler fısıldıyor dudaklara, ismini. Baktığın yer olmak isterken başka başka bedenler. Sen baktığında ancak, yüzü, vücut bulabiliyor.
Çok uzak bir kentin yarası oluyorsun. Kimi zaman. Adın merhem oluyor sonra iyi ediyorsun, bütün gölgelerin peşinde. Sen sustuğunda, yağıyor yağmurlar. Mevsimlerden en çok bahar oluyorsuno zaman. İlk ya da son değil tam 'ortası'. Tam ortasında açıyorsun, durmadan. Bütün çiçeklerin manası oluyorsun sonra. Manaların avucunda, mühür oluyorsun sözden kalbe.
Sen yürüyorsun, yol oluveriyor insan. Duruyorsun öylece. Tek dilek hakkını kullanmak istiyor. Gölgen olmayı diliyor, nefesin. Kalmayı. Kolun kanadından bir parça olmayı.
Sen durulurken, en çok kıyın olmak istiyor insan. Omuzlarına başını yaslayacağın. Sen kalırken, hiç gitmeyen bir istasyon yalnızlığında...
ÖDÇ
Bütün şarkılar seni söylüyor. Sen 'O'nu.
Sen duruyorsun. Öylece. Nehirler fısıldıyor dudaklara, ismini. Baktığın yer olmak isterken başka başka bedenler. Sen baktığında ancak, yüzü, vücut bulabiliyor.
Çok uzak bir kentin yarası oluyorsun. Kimi zaman. Adın merhem oluyor sonra iyi ediyorsun, bütün gölgelerin peşinde. Sen sustuğunda, yağıyor yağmurlar. Mevsimlerden en çok bahar oluyorsuno zaman. İlk ya da son değil tam 'ortası'. Tam ortasında açıyorsun, durmadan. Bütün çiçeklerin manası oluyorsun sonra. Manaların avucunda, mühür oluyorsun sözden kalbe.
Sen yürüyorsun, yol oluveriyor insan. Duruyorsun öylece. Tek dilek hakkını kullanmak istiyor. Gölgen olmayı diliyor, nefesin. Kalmayı. Kolun kanadından bir parça olmayı.
Sen durulurken, en çok kıyın olmak istiyor insan. Omuzlarına başını yaslayacağın. Sen kalırken, hiç gitmeyen bir istasyon yalnızlığında...
ÖDÇ
31 Ocak 2013 Perşembe
ESEL
"Gün batımını seyrederken ayağımız altına çarşaf gibi seriliydi deniz. İçiyorduk hafiften. Bir şarkı mırıldanıyordu inceden uzakta. Nihaventti. Rüzgar usulca değdi tenine, dokundu saçlarına. Dudaklarının hiç bir günahı yoktu, hayatım boyunca gördüğüm en güzel sahne eksik kalmasındı. Öptüm usulca. Mevsim sendi."
ÖDÇ
Esel
"Rüzgardın sen hafiften, baharı müjdeleyen. Belki de hayat, savrulup giden bir rüzgara tutunmaktı Esel, bu yüzden"
ÖDÇ
yakında...
24 Ocak 2013 Perşembe
22 Ocak 2013 Salı
ESEL
Bu hikayenin “Unutulanı” olmakla geçti saatler, günler, aylar, mevsimler.
Şimdi, rol çalıyorum senden.
Sıra, hiç bir zaman “Unutturmayan” olmaya geldi.
Yakında…
4 Ocak 2013 Cuma
Huzur İçinde Yat, Meleğim...
Toprak kokuyorum bugün, biraz da börtü böcek. En zor zamanlarımda dizlerine yaslardım ya başımı, aynısını yaptım yine. Senle konuşmayı çok özlemişim anne.
Sana her gelişim, şehirler arası yolculuklar gibi.
Yanına, masalına, masallar diyarına geliyorum.
Seninle konuşmayı, susmayı, gülümsemeyi, ağlamayı özlemişim. Kokunu ayrıca; çiçeklerin açmıştı görmeyeli değişmişsin. Keder dilimi hayatın kesikleriyle dikmiş sanırım, duaları unutmuşum. Sana ulaşmanın, haber yollamanın tek yolunu..
Kimliğimi yenilediğimiz günü anımsıyor musun...
Lise yıllarıydı, hani düğüne gider gibi briyantin sürmüş, süslenip püslenmiş, yeni aldığın gömleğimi giymiştim. Yeni yeni sakalım çıkıyordu, mahalledeki stüdyo tuğba tanıdıktı üç beş kuruş indirim yapar ümidiyle oraya gitmiştik...
Sen öğretmiştin, fiyat kırdırmayı, pazarlık yapmayı.
Geçenlerde kimliğimi yenilemeye gittiğimde anımsadım, çekindiğim resme baktım hafif seyrelmiş saçlar, kesilmekten bıkmış sakalım ve birkaç beyaz saç...
Kimliksiz yazıyordu suretimde. Acıdan kaybolduğum bunca yıl, bir türlü haber alamadım kendimden. O günün üzerinden milyonlarca yıl geçmiş gibiydi.
Daha birkaç yıl evvel ilgili kurumlar yaşamadığına dair evraklar istemişlerdi oysa. Çok yağmur vardı. Tek başımaydım. Hastane kapısı. Ben aynı dejavuyu yaşayıp duruyorum. Ne garip. Ve o gece doktorun beni yoğun bakıma çağırdığı vakitte, durdu saatler. Ne kolay söylemişti.
"-Anneni kaybettik" diye.
Şimdi kimse hatırlamıyor, ateş düştüğü yeri sürekli harlayarak yakıyor.Kıskandım ama seni, otobana çıkan deniz manzaralı yerdeydin, deniz kokuyordun.
Benden, bizden daha şanslı olduğunu düşündüm, içimde buruk bi sevinç. Hemen topraklarından bir tutam ceplerime doldurdum, çocukken bayramda doldurduğum şekerlerin heyecanı vardı üzerimde..
Simitlere martı atmak, sağanak güneşli havalarda yürümeye benziyordu...
Sen dolduruyordum bir parça !
Hatta çocukluğuma dönmek istedim. Oracıkta kenarında, kıyında yer aç yanına uzanayım demek geçti içimden. Bütün gün gök yüzünü seyrederdik, komşularınla tanıştırırdın....
Yıldızlardan en parlağını kim seçecek oynardık...
Ölenle ölünmüyor, çevrene bak annesiz, babasız ne çok insan var diyenlere bunu haber vermeliydim...
Beni duyuyordun biliyorum ama ben seni duyamıyordum, kulaklarıma çiviler sokasım geldi tıkandıysa açılsınlar istedim. Seni o günden sonra hiç duyamadım anne. Yolumu, yönümü, mutluluğumu, ben ne hata yapsam affedişini kaybettim...
Kimse bu hayatta, affetmiyor artık anne.
Hem sen öylece uzanmışken başucunda seni seyrettim. Mışıl mışıl uyuduğunu. Seni çok özledim demek istedim. Diyemedim. Sana baktım, göz göze gelir gibi olduk. Gelemedim.
Hatıralar geçti gözlerimden, Oğlum deyişinden. Sesin nasıldı. Anne. Sesin. Kokun. Zaman onca şeyi alıp götürüyor benden. Ama biliyor musun, gece yastığa başımı koyunca anılarımız geliyor aklıma. Onlar, belleğimdeki en güzel seyirlik anne.
Vasiyetini yerine getirmeye çalışıyorum bense. Hala getiremedim. "Adam ol herkes görsün, çok başarılı olacaksın ben eminim oğlum."
Beni bilirsin. Senelerce gururu musluk gibi kanamakta olan bir adamdım. Ama inatçıyım. Senin oğlunum. Pes etmem. Etmeyeceğim.
Hem, az kaldı değil mi anne kavuşmamıza...
Gerçi, benim günahkar ruhumla, seni bir daha görebilme ihtimalim bu yalan dünyadan bakınca, imkansız görünüyor.
Olur da, bir daha karşılaşırsak, yüzümü eğmeden duracağım karşında. Bak, diyeceğim, kimse inanmazken, sen inanmıştın, herkes terk ederken, sen yanımdaydın.
Tuttum, ölmek pahasına olsa da.
Sözümü tuttum anne.
05.01.09
4.Senen. Huzur İçinde Yat Meleğim.
ÖDÇ
2 Ocak 2013 Çarşamba
Masallar, Hikayeler, Şarkılar
Bak güzelim!
İtiraz yok.
Önce anlaşalım.
Sen Bond Kızıydın bu masalda. Mısır Çarşısı çıkışında bombalanan bedenime, hiç bir aktarcı dükkanında bulunmayan merhemdin, iffettin. Engin su çağlayanlarında, nadir berrak, duru, yaşam kaynağıydın.
Sen Külkedisiydin bu masalda. Cadde cadde, "hayat boyu sürer sandığımız" uzun yola ayakkabılarını ters giyip çıkmış bal kabağıydım ben olsa olsa. Yol uzundu. Topuklarımdan ihanete uğradım. Bir arşın kaç nargileydi, tophane kafeteryasında.
Sen Pamuk Prensestin bu masalda. Gelişin mucizeydi. Yazarın etkisi, büyünün ve alçak prensin unutkanlığı birazda. Yedi cücelerden asabi olanıydım ben . Aramızda bir kaç metre boy değil, kulvar farkı vardı, hem masallar uğramamıştı bizim ormana.
Sen Heidi idin bu masalda. Annen baban yoktu. Deden büyütmüştü seni de. Ben küçük çoban Peter olamadım o dağlarda, kırlarda. Cennet gibiydi oralar. İlla sende ol bişi diyorsan, ben kurttum , sizi mutlu günlerinizden eden, sürüye saldıran. Yolunuza taş koyan. Seni ağlatan.
Sen Belgin Doruktun bu masalda. Ben fakir ama gururlu hemide yakışıklı şöför Ayhan Işık'ın baş parmağı bile değildim, anla. Önder Somer, Hüseyin Baradan ya da Bilal İnci, Kazım Kartal'dım hatta.
Daha yakın, anlaşılır bişi söyliyeyim.
Sen Cemreydin de be güzelim Kuzey olamadım asla. Sürekli hırs yaptım, yenildim. Gözümü seni kaybetmek bürüdü. Düştükçe duramadım. Güneye , uçuruma doğruydum bizim hikayemizin pusulasında.
İşin aslı güzelim.
Sen rüyaydın bu masalda. Ben acı gerçeklerdim. Müslüm Gürses'in notalarında. Hayat beni savurdukça savururken, seni yeni masallara benden koparırcasına götürdü ilk rüzgarda.
Şimdi, bir şarkı çınlıyor. Odamın işitme organlarında.
Canın sağolsun be güzelim.
Dertler olmuş bende çoktan derya.
ÖDÇ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Mutlu değilsin sanki, hiç gülmüyorsun, diyorlar eski bir kürtaj hikayesi, diyorum içimdeki çocuğu aldılar!
-
Toprak kokuyorum bugün, biraz da börtü böcek. En zor zamanlarımda dizlerine yaslardım ya başımı, aynısını yaptım yine. Senle konuşmayı çok ...