30 Temmuz 2018 Pazartesi

Distopya

"Hafif acıları anlatırım, derin acılar bana kalsın." cümlesi beni anlatır bütün iç organlarıyla. Bir şarkı da buna eş anlam olarak "Dertler derya olmuş, bende bir sandal, devrilip batmışım, boğulmuşum ben." der. Distopyam budur.

29 Temmuz 2018 Pazar

29 Temmuz 1989

1989 senesi o tarihe tanıklık edenler için; çok zorlukla dolu geçen bir yıl olarak daha sonra hafızalarının tozlu raflarındaki yerini alacaktı. Neler olmamıştı ki; Samsunspor kafilesi, Malatyaspor ile yapacakları lig maçı için çıktığı otobüs yolculuğunda ciddi bir kaza geçirmiş, kazada teknik direktörünü ve 3 oyuncusunu kaybetmişti.

Türkiye güzeli Meltem Hakarar, Moskova'da düzenlenen Uluslararası Güzellik Yarışması'nda birinci olmuş, o sırada SSCB orduları, Afganistan'dan tamamen çekilmişti. Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in başvurusu üzerine, "Üniversitelerde bayan öğrencilerin baş örtüsü takmalarına izin veren" yasal düzenlemeyi iptal etmiş, memlekette bu nedenden büyük protestolar meydana gelmişti. O protestolardan çok sonra başa gelecek bir hükümet tüm bu yapılanların intikamını kan kusturarak alacaktı.

Galatasaray, cezası nedeniyle, Almanya'nın Köln şehrinde oynadığı Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek finalinde ilk maçı Monaco'da 1-0 kazanmış, rövanş maçında Monaco ile 1-1 berabere kalarak yarı finale çıkmıştı. Sokaklara dökülmüştük elimizdeki bayraklarla. Anımsıyorum da muhteşem bir başarıydı. O sıralar Çin Halk Cumhuriyeti'nde devam eden Tiananmen Meydanı Protestoları'nda 3000'e yakın insanın öldürüldüğü, Romanya Başbakanı Çavuşesku ve eşi Elena'nın, insanlığa karşı suç işlemelerinden dolayı suçlu bulunduğu ve kurşuna dizilerek idam edildiği haberleri televizyon ve gazetelerden bildiriliyordu.

O dönemde bir çok diziye de konu olacak Bulgaristan'daki asimilasyon sonucu Bulgaristan'daki Türkler, ülkemize göç ediyor, o sene içinde de Şener Şen'in babası Ali Şen, Beşiktaş efsanesi Baba Hakkı Yeten, usta yönetmen Ertem Eğilmez, büyük yazarlar Samuel Beckett, Yusuf Atılgan hayata veda ediyorlardı.

1989'un 29 Temmuz günü de o vakit yaşayanlar için alalade bir gün sayılırdı. Çocukluğunu yaşayanlar, okulların sona ermesinin üzerinden 1,5 ay geçmesinin ve aynı zamanda yaz tatillerinin tadını çıkarıyor, sahil kıyıları, yazlıklar, oteller dolup taşmış aileleri ağırlıyordu. Ben, İstanbul'daydım. İstanbul'da çok sıcak bir hava vardı o günü. Güne sabah kalkıp bir güzel kahvaltı yaparak başlamıştım, forma ve şortumu giyip mahalleden arkadaşlarımla toprak sahada geçirmek için evden fırlamıştım.
Akşama doğru yorulup biraz da acıkınca 5 gibi evin yolunu tutmuştum. Eve gelen bir telefon, o yazı tamamen değiştirdi. Annemin köyünden geliyordu telefon ve arayan kardeşiydi. Abla, annemizi kaybettik başımız sağolsun diyebilmişti bir tek dayım. Annem üzüntüden düştü, kaldı. Zor kendine getirdiler. Babam Nişantaşı'nda çalışıyordu iş çıkışına belki bir kaç saati vardı. Haberi hemen halamlar ilettiler. Apar topar geldi babam. henüz 60 yaşında kaybettiği annesine doyamadığını feryat eden annem hüngür hüngür ağlıyordu. Kötü bir şeyler olmuştu. Ben de annem ağlıyor diye ağlıyordum.

Ölüm nasıl bir şey diye düşündüm o an. Çok tanık olduğum ve idrak ettiğim bir mesele olmamasına rağmen anlaşılan iyi bir şey olmadığıydı. Babamdan sonra duyan akrabalar da geldi evimize. Taziye ve üzüntülerini belirttiler. Herkesin üzgün olduğu bir akşamüstüydü o bahçeli evimizde, benim de, öyle içime işlemişti ki; annemin ellerinden sıkı sıkıya tutuyordum hiç bırakmaksızın. Sonrasında bir minibüs bulundu tanıdıklar vasıtasıyla ve gelebilen bütün akrabalarla beraber yola çıktık.

Yol, annemin sessiz ağlayışları ve benim onun yanında anne ağlama ne olur deyişimle geçti. Köydeki eve vardığımızda orada İstanbul'dakine benzer başka bir kalabalık olduğunu gördüm göz ucuyla ve bu kalabalık İstanbul'dan gelenlerle bir araya geldiler.

Birbirlerine ağlayarak sarıldılar. Birbirlerinden güç bulmaya çalıştılar. Ağlamaklı gözlerle etrafı seyrettim gece boyu ve sonra yavaş yavaş sessizliğe bıraktı yerini kalabalık. Anneannem 60 yaşında son nefesini vermişti. Ve bir yatak üzerinde beyaz bir örtünün altında yatıyordu. Üzerindeyse bir bıçak karnıyla göğüs boşluğu arasına bırakılmıştı.

Yaşlı kadınlar bunun bir gereksinim olduğunu soran ve bilmeyenlere izah ediyordu. İlk ölüm deneyimimi taçlandıran son kareydi bu sahne benim için. Ölümün ne olduğu o zaman anlamıştım. Ölüm, sevdiklerimizi bu yaşamda bir daha hiç görememekti. Onların hatıralarıyla yaşamın geri kalanına devam etmek zorunda olmak demekti.

Bunu ilk anladığımda takvim yapraklarında tarih 29 Temmuz 1989'u gösteriyordu.

26 Temmuz 2018 Perşembe

23 Temmuz 2018 Pazartesi

17 Temmuz 2018 Salı

Dışavurum

"Ben yapamıyorsam bari onlar yapsın, benim olmadı onun olsun, ben kazanamadım onlar kazansın, ben bir yere gidemiyorum onlar bari gitsin" gibi insani bir anlayış varken, çevremizde de "Ben yapamadım kimse yapamasın, ben kazanamadım kimse kazanmasın, ben zorluk çekiyorum herkes çeksin, benim işim gücüm zor kimsenin kolay olmasın, ben gidemiyorum kimse bir yere gitmesin" anlayışı var.

Bu anlayış, insanlardaki aşağılık kompleksinin, hasetin ve hiçbir zaman insan gibi insan olamayacağının dışavurumudur.

Dört milyar yıllık dünyada; dört büyük çağ, sayısız medeniyet ve oluşum arasında şu döneme denk gelmenin sıkıntısını, varoluşsal sancılar ile birlikte çekiyorum bu yüzden. En yakınların arasında, iş ortamlarında, ailen ve arkadaşların arasında bile birden çıkabiliyor karşına bu düşünceler.

İnsan çocukluğun o saf günlerini arıyor böyle zamanlar. Hayatta belki de en çok üzüldüğüm şey bütün bu olanlar arasında, çocukken sokakta yorgunluktan ölene dek top oynadıktan sonra kana kana içtiğim suyun, akşamına da kafamda hiçbir endişe ve düşünce olmadan uyuduğum uykunun tadını, bir daha hiçbir zaman tadamayacak olmak maalesef..

12 Temmuz 2018 Perşembe

DAHA CİDDİ NE OLABİLİR Ki?

'Bundan yüz yıl sonra hemen hemen hiç birimiz olmayacağız. Yalanlar, kavgalar, küslükler, barışmalar, yanlış anlaşılmalar, dedikodular, eğlenceler, ağlayışlar, gülümseyişler sevişmeler ve ayrılıklar; hiç bir şey kalmayacak geride.

Sanki "hatıra" denilen o sandığa kapatılmak üzere yaşıyoruz bu yaşamı. Alıp başımızı gittiğimizde bizi ne bekliyor? Bundan sonra bu serüven nereye gider, yollar nereye çıkar? Bilmiyoruz. Kalabalıklar arasında herkesin bir yere yetişme telaşı, onca koşuşturmanın sebebi biraz da bu olsa gerek.. Birilerine ve bir yerlere geç kalarak, o anı sandığına bir eksik parça daha bırakmak istemiyoruz.

Ve yolun sonunda da bu yaşamda var olmuş insanoğlunun bir zamanlar söylediği o cümleye çıkıyor bütün duraklar: "Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki? "

Çünkü insan biraz ölümlüdür, yaşamaktan usandığı kadar. Kim hatırlıyor ki şimdi, yağmurlu bir günde ve sonbaharın koynunda Ankara'nın ayazında o sabahı.

Kim anımsar ki, Bodrum'a yaklaşırken uçak fobisi eşliğinde ardında kalan şehirleri ve geride bırakılan koca bir ömrü. Begonviller de açmıştı hem. Bundan tam on yıl evvel daha ilk buluşmanın heyecanında iken söylenen aptalca ve çokça saflık içeren o konuşmalar şimdi kimin umurunda? Ah, Beyoğlu nelere şahitti!

Sevdiği bütün kadınların, başkalarıyla evlendiği adamların hüznü, dantel gibi işlenir geriye kalan hayatına! Kına geceleriniz, söz, nikah ve düğünleriniz geçince eve geçtiğinizde tüm herkes evine dağıldığında ve yalnız kalmışken hiç düşündünüz mü, hayatınız hayalleriniz gibi olacak mı diye?
Sarhoş çıkılan yollardan kalp acıları geçermiş, deneyimlediniz mi hiç?

Şehirler, ovalar, ormanlar ve denizleri aşınca başlıyormuş hem de sızılar.. Alanya'nın gün batımlarını hatırladınız mı peki, Antalya'nın o muhteşem ayışığının direkt yüreğinize işlediği oldu mu? Ya Burgazada'nın sarp kayalıkları ve buz gibi denizi?

Alaçatı'da hayata inananlar ne olacak?

Çanakkale semalarında bardaktan değil, ruhunuzdan boşalırcasına bir yağışa denk geldiniz mi? İnsan, her şeye alışır, her şeyi unutur ve insan biraz da ölümlüdür azizim.. Hepimiz aynı yeryüzünde sonu belli hikayelerin farklı figüranlarıyız, hepsi bu.

8 Temmuz 2018 Pazar

Yürümek

"Çocukluğum, yürümek demekti." dedi bir kız, bir gece vakti. "Babam, uzak yerlere gideceğimiz zaman bizi daima yürütür ve az kaldı, yaklaştık dayanın biraz daha derdi. Babamın yakın dediği yerler aslında hep uzaktı."

5 Temmuz 2018 Perşembe

Kuş Ölür

Geceler neden var? dedi.
+Rüyalarımızı ilmek ilmek örmek için olabilir mi, dedim.
-Belki de düşünmek için olabilir.
+Doğru ya günümüzde vakit yok buna.
Geçmişin hesaplaşması ve geleceğini hayal etmeyi de katalım.
-Katalım!
Neden peki siyah ve karanlıktırlar?
+Belki de her şey sadece siyah ya da beyaz değildir. Mesela ben geceleri daha berrak zihne sahip olduğumu ve yazabildiğimi keşfettim. Şimdiki gibi. Bundan mütevellit masmavi denizi ve gökyüzünü görebiliyorum etrafa baktıkça..
-Ya anılar?
+Bir gün hepsini unutacağımızı söylerler ya, yanlış. Hatıralar insanın zayıf noktasıdır. Çok seneler evvelinde kalan eşsiz bir ana dönmek için pahalı bir yolculuk gerekebilir.
-Yolculuk demişken peki ya bu yolculuğun sonunda istediğimiz yere varamazsak?
+Nereye varmak istediğine bağlı. İsterse insan bir uçurum kenarına da varabilir. Fakat bir kere başlarsan, çıktığın yolculuğun sonunda aradığı şeyin ne olduğunun yanında aslında kim olduğunu da keşfetmiş olursun.
-Nasıl yani?
+Yani insanın yaşadığı olaylar edindiği deneyimler ile kendi kişiliğini inşa eder ve yolun sonunda dönüp yaptıklarına baktığında “ben kimim?” sorusuna cevap verebilecek bilgiye de sahip olur.
-Zaman mı geçer, insanlar mı?
+Bu soruya uzun uzun cevap vermek isterim lakin geç oldu başka bir akşama bıraksak?
-Olur tabi.
+Füruğ ne demiş, aklının bir köşesine yaz.
-Ne demiş?
+Kuş ölür, sen uçuşu hatırla...

4 Temmuz 2018 Çarşamba

Yaşandığı gibi

Söylendiği veya hayal ettiğiniz gibi değil hiçbir şey değil mi, bütün çıplaklığıyla her şey yaşandığı gibi..

2 Temmuz 2018 Pazartesi

Hatırla

Bir zamanlar sonsuz özgürlüğün kollarında yapayalnız yağmurlarda yürüyor ve sevdiklerinin arasında kadehini aşka kaldırıyor, güneş tependeyken masmavi denizlerde ufka doğru yüzüyordun. Bunu anımsa. Göklerde süzülen şahindin, rüzgarlar öpüyordu omuzlarından, şen şakrak ve neşeliydin. Tarihi sokaklar, deniz kenarları, yemyeşil ormanlar sohbete doyulmayan kafeler, fasıllar, meyhaneler, danslar, düğünler, ağıtlar! Okumadığın bütün kitapları alıp okuyordun, sinemada yetişemeyip izleyemediğin filmlerin diskini bulup izliyordun, yeni şarkıları keşfetmek için konserleri ve albümleri kaçırmıyordun, umut doluydun; hayatı, insanları canlıları sevmekten yorulmuyordun.
Tanrı'nın insana bahşettiği mucize gerçekleşti sonra. İşlerden kafanı kaldıramadın, insanlardan uzaklaştın ve unuttun. Geçmişini, çocukluk düşlerini, nerelerden geldiğini, kayıplarını, acılarını, çok eskiden bir ailen olduğunu ve senden umutları olduğunu unuttun. Sevdiğin kadınlar oldu. Adamlar oldu. Bir zamanlar kahramanın olanlar gibi, onların yaptıklarını yaptın. Hayallerini, planlarını, yarınlarını unuttun. Bir zamanlar geleceğe ait düşler kurup elele tutuştuğun insanlar o birlikte dolaştığınız sahil kıyılarında, sokak aralarında başkalarıyla yürüyor çoktandır. Başka düşler kuruyor insanlar, sen unuttukça kendini. Sen duruyorsun gölgenin ardında. Zaman geçiyor. Savaşçıydın oysa kaybetmek değil unutulmak yaralardı ya seni. Artık sıra sende. Anımsa. Bir zamanlar kimdin neler düşledin. Nerelerdeydin, nerelere geldin? Soğuk tren garlarını, uzun otobüs yolculuklarını, uçsuz bucaksız deniz kıyılarını, unutulmaz tatil gecelerini anımsa. Anımsa ki kendini unutma. Unutma ki bir daha hatırlamak zorunda kalma. Hatırla! Sen kimdin aslında?

1 Temmuz 2018 Pazar

1 Temmuz: Adım Bir Hiç

Bu kaçıncı? Saymıyorum artık. Çok yaşlar düştü gözümden, bir o kadar da yaş ömrümden. Bir yenisi daha mı ekleniyormuş bugün? Nasıl mı? Fi tarihte başlayan hikaye, atalarımızın Makedonya diyarına göçmesiyle sürmüş sonra varoluş nedenlerim annem ve babam tanışmış birbirlerini sevmiş ve evlenmişler işin aslında. Altı yıl sonra ben doğmuşum.
Günün anlamına binayen sorular var. Kaç kez ağladığımı, kaç kez gülebildiğimi, ne kadar mutlu olup ne kadar çok üzüldüğümü, kaç zaman sustuğumu kaç kez uykusuz kalıp kaç sabahı sabırsızlıkla beklediğimi ve ne kadar zamanımın kaldığını hiç hesaplamadım. Onca kavga, hasret, yalnızlık! Öyle bir ölçü birimi olsaydı ne olurdu acaba? Ne çıkardı bahtıma? Ne çok emek vermişim de emeklerimin filizlendiğini görmüşüm ve ne çok çabamın boşa gittiğini seyretmişim şimdi umrumda değil. Otuzlu yaşların sonuna gelirken geriye bakınca doludizgin yaşanmış ve ucundan kıyısından biraz da ıskalanmış bir hayatmış gibi hissediyorum. Ve biriken iyikiler ve pişmanlıklar, omuzlarında tüm yükünce anlıyorsun. Yaşam göz açıp kapayıncaya.
Mutlu günlerimi yaşadığım tüm acıların içine sarıp saklıyorum yıllardır. Yalanlarınızı çok duydum, alkışlarınıza çokça şahit oldum lakin sizi tanımıyorum. Siz de beni. Uçsuz bucaksız sahil kıyılarında ölümsüzlüğe inanıp çok demlendim, senelerce dört duvar arasında son günümmüş gibiymişcesine yaşlandım. Şimdi geriye dönüp bakıyorum da bir rüya ne kadar sürerse o kadardı galiba.

Geçip gidiyorum gözlerinizin önünden işte. Biraz elem, biraz neşe. Biraz hüzün biraz tebessüm. Heeyt. Bugün benim doğum günüm. Hem sarhoşum hem de mutlu, hem yastayım hem de umutlu. Garip bir duygu geçmişe tanıklık etmek ve geleceği hayal etmek. Dört kelime var aklımda. Aşık oldum, yandım, kavruldum, ateşlerde yürüdüm. Beşte oluyor olabilir oyunlar ve rakamlarla aram yok. Bağışlayın. Aranızdan, tam ortanızdan ve yanınızdan geçtim yalnızca. Adım bir hiç. Kapkaranlık gecelerden masmavi düşlerin koynuna doğru bugün bir yaş daha doğdum, bir yaş daha büyüyor ve bir yaş daha ölüyorum. Ama her şeye rağmen yalnızlığı, ayrılıkları, kayıpları ve aşkı yaşattığın bu renksiz dünyayı bana armağan ettiğin için, Tanrım sana teşekkür ediyorum.