14 Şubat 2013 Perşembe

14 Şubat: 'Sensizm'

Telefonu ayırmıyorum hiç yanımdan. Hep çalıyormuş gibi, hep sesin ahizeden yankılanıyormuş sanmaktan belki. Bir benzeri de başkasıyla konuşurken onun yerine seninle konuşuyormuş zannetmem. Tuhaf ve komik hallere düşüyorum, sorma.

Aklım yerinde değil, televizyonu açıyorum ekrana bakarken gülüşünü görüyorum, bir çok dizide, bir çok haberde sen varsın. Ana haber bültenisin hayatımın. Sonra uyku saati geliyor. O ayrı bir işkence. Yastığa sarılıp uyuyabiliyorum geceleri...

Gözlerimi kapayınca, gözlerin geliyor hayalime...

Çok zaman sonra uyur uyanık, bölük pörçük düşlere yelken açabiliyorum. Rüyamda seni görüyorum. Her yanımda seni. Her gün, her saat; sen varsın diye nefes almak anlamlı geliyor.

Radyoda dinlediğim bir şarkı, o eğlendiğimiz geceler, dans ettiğimiz o muhteşem akşamı getiriyor aklıma, bu yüzden ikimizin gittiği 'hatıra' mekanlarımıza yalnız gitmeye korkuyorum; daha doğrusu gidemiyorum. Kanalları karıştırırken, omzuma yaslanıp izlediğin sinemadaki o filme televizyonda rastlamak da beter oluyor. O'an' aklıma geliyor. Ben kentin her hangi bir ücrasındaki sinema salonu oluyorum.

Hayallerle baş etmek zor. Her kareyi tekrar yaşıyorum, rastlantısal...

İki kişilik yemek siparişi veriyorum evde yalnızken, sen yemezsen midemden geçmiyor işte, bilirsin...

Sıkı giyiniyorum dışarı çıkarken. Tenbihlerin kulağımı çınlatıyor durmadan. İyi bakıyorum, kendime. Sanki sana saklar gibi, kendimi...

Eve geç dönüyorum bazı geceler; trafik, uzun yol, kalabalık umrumda olmuyor. İnsanlar konuşurken; belli belirsiz çevremde, ben sadece senin sesini duyuyorum.

Seni göremeyince çirkin oluyorum o hafta. Aynalara küsüyorum. Aynalarla kavga ediyorum.

Uzun uzadıya susuyorum, içimden sana birikerek. Ağzımı bıçak açmıyor, kutsal olmayan aylarda oruç tutuyor, yemeden içmeden kesiliyorum..

Kendimi sensizlikle cezalandırma yöntemim bu, kendi buluşum.

Dalıp gidiyorum, başka rüyalara kimi zaman..

Koynundan kalkıyormuş gibi, o günler gibi, beş dakika, beş dakika daha diye diye erteliyorum hayatı. Bazen yağmurlu otobüs yolculukları yapıyorum. Cama dayıyorum başımı, yol; hatıralarla beraber akıyor izliyorum, o mesut günlerimizi.

Dua etmeyi unutuyorum kimi günler, ikimiz için. Hayallerimiz için. Ya başımıza bir şey gelirse korkusu sarıyor içimi. Sessiz, karanlık sokaklarda yürüyorum geceleri, seni bırakıyormuş gibi geçiyorum evinin önünden. Odanın ışığını kapatınca sen, rahatça dönüyorum eve, bilmiyorsun.

Yaptığın kekin tadını unutmadım, bana getirdiğin 'Aşkımmm, kendi ellerimle, senin için yaptım' dediğin günü de..

Şimdi gibi anımsıyorum. O getirdiğin saklama kabının içine saklıyorum, hayal kırıklıklarımı.

Aldığın gömleği çıkarmak istemiyorum hiç, giyecek başka kıyafetin mi yok desinler, diyorlar umrum değil..

Çıkmıyorum da artık İstiklal'e. Ölmekten de korkmaya başladım, yaşlanıyorum sanki daha fazla. Seyreldi saçlarım. Eski resimlerdeki adam da değilim.Mutlu hiç değilim.

Sen severdin diye, bir yavru kedi buldum sokakta, bir gece yarısı miyavladıydı da sessizliği bozmuştu içeri almıştım. Ona süt alıyor, kendi ellerimle besliyorum. Göğsüme yaslanmayı seviyor o da. Üstelik, adını verdim küçük kedi yavrusuna.

Evde durmaktan yoruluyorum, sıkılıyorum artık. Saatlerce boş boş bakıyorum tavana, belli belirsiz kapı çalıyor. Çalınca heyecanlanıp,açıyorum...

Hep aynı yüzler. Postacı, sucu, polis, dilenci. Sonra dileniyorum, hayalimde de olsa görebilmeyi seni.

Sahile çıkıyorum bazen, suya karışıp erir miyim diye aklımdan gecmiyor değil. Martılar, boş banklar, rüzgarın yapraklarla öpüşmesi işte, bir değişiklik yok...

İlaçlarımı da ihmal etmeye başladım. Kızacaksın bana,
biliyorum..

Nasırım nasıl ağrıyor gündüzleri sorma. Mereti de sık içmeye başladım iki paket, öksürtüyor durmadan. İçki desen, beni bırakmayan tek sevgili.

Ağlamazdım eskiden. Şimdi gözlerim kan çanağı, tıngırtı duysam yolda hüzünleniyorum. Kafası hep güzel diyorlardır kesin...

İşyerinde ikiyle ikiyi bile yanlış topluyorum. Arabesk müzik dinlemezdim çoktandır. Şimdi otobüste, işte, evde sürekli damar. Damar, damar üstüne.

Dizileri filan izliyorum akşamları, ağlamaklı oluyorum...

Çay demliyorum, iki çay bardağı, sen tek şeker alıyordun, unutmadım. Karşılıklı içiyoruz akşam televizyon keyfimizde. Ancak, güceniyorum sana, artık bitirmiyorsun bardağını...

'aşkımm, bir çay daha alırım ben' demiyorsun.

Yağmur yağdığında atıyorum kendimi dışarı, sırılsıklam olana dek yürüyorum. Ben yürüdükçe, yağmur şiddetini arttırıyor. Ağlamamı kimse görmüyor. Zaten o saatler; sokakta; ya berduşlar, ya evsizler.

Şimdi kimbilir, nerdesin, kimbilir kiminlesin.
Uyuyosundur muhtemelen, geç oldu...

Sen, hem bu saate dayanamazsın. Kucağıma alıp, yatağına yatırmıştım olsan, üstünü sıkı sıkıya örtmüştüm de.

Tatlı uykular meleğim, ben geceyi örter hayalinin yanına sokulurum birazdan... Bir kaç itirafım olacak. Aynı gök yüzü altındayız ancak başka hayatlardayız şimdi, kabul etmesi zor. Anlaması, alışması.

Ama; bil ki...
Ben en çok seni hatırladım, unuttuklarımın yasında. En çok sana küldüm, düştüğüm ateşlerin ortasında. En çok sana sustum. Geceler boyu, hıçkırımlarımda. Ben en çok seni sevdim terk edip beni, gidenlerin arasında...

ve anlayacağın belki de anlayamayacağın son bir cümlem daha var; önemi yok senin için ama onu da bilmeni istiyorum...

"Seni hala çok seviyorum..."

ÖDÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder