1 Mart 2013 Cuma

"Müslüm Gürses'e dair bir hatıram"

Müslüm Gürses'e dair, haber kaynakları ve sosyal platformlarda önce 'vefat etti' sonra da 'durumu kritik, ağır'; 'yoğun bakım ünitesinde makineye bağlı yaşatılıyor' diye haberleri görünce çok eskilere gittim birden, çocukluk yıllarıma...

İki ayrı ve tek katlı evin aynı bahçeye çıktığı bir yerde geçti benim çocukluğum. Hafızam kuvvetlidir. Okul öncesi hayal meyal olsa da o çamurdan üst başımızın battığı, misket, gazoz kapakları ve futbol oynadığımız sokağın tadını yeniden anımsadım. Topun peşinde koşarken dönemin meşhur yetenekli futbolcu isimlerini takardık biz kendimize, genelde ben Prekazi olurdum, o yıllardaki en iyi çocukluk arkadaşım ise Tanju Çolak. Arka sokağın çocuklarıyla maç alır gün boyu top peşinde koşardık: Kan ter içinde kalana dek, yorulmak bilmezdik dahası camları kırardık sokağın evlerinden herhangi birinin. Onlar da annenize şikayet edeceğim sizi diye çıkışırlar, topumuzu keserlerdi. Ama vazgeçmezdik oynamaktan...

O yıllar, benim kahramanlarım vardı. SuperMan, Tenten, RedKit, Robinson Crusoe ve şimdilerde Karadayı'yı izleyenlerin bileceği; dizinin Mahir Kara'sının olduğu gibi semtin en fiyakalı ağır abisi Amcam. Babam koymuş adını. Ayhan Işık'mış babamın gençliğinin kahramanı da. İlkokula gittiğim dönemlerdi. Okuldan eve geldiğimde en büyük zevkim, aynı bahçedeki diğer evin yani, dedemlerle amcamın kaldığı tek katlı evin terasında güvercin uçurmaktı. Amcam el sanatlarında meziyetli birisiydi. Güvercinler için özel bir kümes yapmıştı. Beyaz, paçalı başta olmak üzre değişik değişik isimler verdiğimiz güvercinleri dışarı salar, uçmalarını, takla atmalarını ve tekrar yuvalarına dönmelerini keyifle izlerdik.

O yıllar, amcam evde olduğunda; teybin sesini açarak müzik dinlerdi. Ve ağır, ağdalı, acılı şarkılar pencereden bahçeyi ve sokağımızı kaplardı. Cüzdanında resimlerini ve çıkartmalarını taşıdığı o şarkıların sahibi Müslüm Gürses'ti. Gürses, "Kaç kadeh kırıldığını soruyor, yıkılsın minareler açılsın meyhaneleri söylüyor, adını sen koy diyor, esrarlı gözleri anıyor ve amcamın o tarihlerdeki aşk acılarını sarmaya yardımcı oluyordu.

İlk o zaman tanıştığım, o acılı, insanın içini sızlatan ve amcamın damar saatlerine eşlik eden Gürses'i hayatımın kötü giden, acı çektiğim dönemlerinde dinleyip şarkılarını bende yaralarıma pansuman niyetine sarmaya çalışmıştım..

Anımsadığım bu çoculuk hatırasından sonra bugün Müslüm Gürses yoğun bakım ünitesinde makineye bağlı ve durumu kritik ağırlaşıyor denince bir başka hüzünlü ana geçiş yaptı hafsalam. Bir kaç yıl önce; annem sağlığını birden bire kaybedince hastaneler, ameliyat ve sonrası vefatına kadar olan bir süreci yaşadık. Son günü, Özel Medic'ana' hastanesinde geçti. Oraya kaldırıldığında, umutlarımız vardı. Hatta bir gün öncesi ailece ziyarete gittik. Hepimizi almadılar ama doktorlar, yoğun bakım ünitesinde, makineye bağlı yaşam desteği sağlıyoruz durumu iyiye gidiyor açıklaması yapmışlardı. Bir gün sonra evde duramadım ve hastanede olmam gerektiğini düşünüp tek başıma hastaneye gittiğimin gecesinde kaybettik annemi. Yaşam destek ünitesinin yalnızca bir gün yaşatabilmesi aklıma geldikçe; orada doktorların nasıl yardımcı olup olmadığını kendileri ve Tanrı biliyor artık.

İyi ya da kötü yaşamın içinde olan bir gerçek, ölüm. Hiç ölmeyecekmiş sanıyoruz. Gençlik yıllarının sonsuz, bitmek bilmeyen enerjisi de bir gün tükeniyor. Yakınlarımızın başına gelince daha acıyor canımız, hepsi bu. Önemli olan aslında yaşam denen kısacık ömürde neler yaptığı, geriye neler bıraktığı değil mi insanın, sadece.

Bize, hayatın meşgul tonu hiç bitmez gibi görünüyorsa da belki de; bugün cuma vaazında hocanın dediği gibi...

"Bizler dünya işleriyle meşgul olurken; unutuyoruz hayatın gerçeklerinden birini, ölmeyi. Unutmayalım ki, şuan ebedi uykusunda olanlar yani bizden evvel yaşayanlar da; dünya işleriyle meşgul olmuşlar ve hiç ölmeyeceklerini sanmışlardı."

ÖDÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder