30 Haziran 2018 Cumartesi

Burgazada

Ada'yı boylu boyunca gören bir çay bahçesinde oturup yaşadığın şeylerin içinden çıkmak için etraflıca düşündükten sonra, hiçbir çözüm bulamadan kalkıp kendini sokaklara atmak ve kuş cıvıltıları ile rüzgarın okşadığı dalgaların sesine doğru yürümek.

Herşey kafanda kurduğun kadar güzel olmayabilir, acı verse de tekrar ayağa kalkabileceğin yenilgiler, tadılmamış zaferler ve sevgiler.
Ulaşılamayacak tepeler, kimsesiz geceler, iki yüzlü insanlar, sahte yüzler içinde mutluluğu arayışlar, bulamayışlar, tekrar tekrar arayışlar, yalnızlıklar, rüya gibi saatler, hatıralar, unutulanlar, hic aklından çıkmayanlar, kayıplar, ölümler, doğumlar, sessizlikler, emekler, terk edilişler, yasama sevinçleri.

Birden sustu düşünceler.

Ada'yı boylu boyunca gören bir çay bahçesinde oturup yaşadığın şeylerin içinden çıkmak için etraflıca düşündükten sonra artık geleceği bir kenara bırak dedi bir ses. Şimdinin güzelliğinin farkına var. Bunun için başka bir zamanın yok.

Kuş cıvıltıları ile rüzgarın okşadığı dalgaların sesine doğru yürümek.

Sanırım yaşamın en güzel anıydı şimdi. Tepeye doğru hislerime bir vapurun düdüğü eşlik etti. Kalpazankaya'ya on bilemediniz onbeş dakikalık yürüme mesafesi kala.

27 Haziran 2018 Çarşamba

Dündar

"Dündar, derin bir nefes aldı ve Semiha Hanım'ı kaybettik dedi. Belki son gecesiydi. Hasta yatağındaydı. Dündar derin bir soluk aldı ve devam etti; "Dile kolay 38 yıl birlikte bir yaşam sürdük. Aşkı, sevgiyi, mutluluğu, üzüntüyü, eğlenceyi ve kederi birlikte tattık. Sorunlar, zorluklar derken tabii hiç sorun olmadı da demek olmaz, her birliktelikte acı tatlı bir şeyler olabilir, ama bizimki bir aşk hikayesiydi. Allah razı olsun. Allah mekanını cennet etsin. Son günleri tedaviyle ve ilaçlarla dolu geçti lakin başaramadı. Zaten bu hastalığa başaran yok. İnsanın başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri bu hastalık. Gençliğimizi hatırladım Semiha Hanım ile acı haberi aldıktan sonra. El ele tutuşup ilk kez insan içine çıkışımız, sinemaya gittiğimizde elinin elimde terlemesi, Ihlamur Parkı'nda ilk çay içişimiz, ilk dondurma yiyişimiz, ilk sarhoş oluşumuz, ilk dans edişimiz, sevgililer günü, evlilik yıl dönümü derken ilk çocuğumuzun doğumu, işsizlikler, parasızlıklar, dibe vurup yukarı çıkmalar. Bir hayattır bazen, bir ömür. Semiha Hanım'ın sevdiği bir şarkı vardı. "Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak" Haklıydı, bak ben de kanserim, kanserin çaresi yok, kaç milyon kişi bundan yitip gitmiş.. Ben aslında son anımı merak ediyorum. Belki bir deniz kenarında birlikte güneşlendiğimiz denize girip soğuk bir gazoz içtiğimiz günleri hatırlayacağım. Belki de canımı alacak melek bunları anımsamama bile fırsat vermeyecek. Pek tabii yaradana kalmış bütün bunlar. Lakin yaşantımda bir ömre bedel olan Semiha Hanım'ı unutmayacağım, unutursam kalbim kurusun." Sabahına doktor elim haberi iletti Saat 8 gibi çocukları, en yakın camiye selasını verdi.

20 Haziran 2018 Çarşamba

Kaldım mı?

"Hadi aç hediyeni" derken gözlerindeki parıltıyı unutmak mümkün mü? Oğuz Atay, Tutunamayanlar!
Ne kadar mutlu ettin, anlatamam. İlhan İrem, "sazlıklardan havalanan" çalıyor o sevinç arasında. Sen de bana "Oğuz Atay gibisin! demiştin. Hani derdi ya Atay; "Çünkü ben babacığım, biraz da duygularımın 'romantik' bölümünü, sen kızacaksın ama annemden tevarüs ettim." "Annene düşkünlüğünü bak ne güzel açıklamış" dedin ya -seni anlatıyor bak- tebessüm ile hatırladım. Vüsat O. Bener'i de okumaya başlamışsın. Hegel'den, Kant'tan konuşurken, en sevdiğin şair kim peki diye sordun. Saatler son düzlükte dörtnala ilerlemeye devam ededursun canımız yolculuklar çekiyordu. "Belki otobüs gelir biner gideriz" dedim ya, dönmeyeceğimiz bir yer beğen dedin sen de! Başka türlüsü güçtü. Bir kaç yudum aldık kadehlerimizden. Tom Waits çalıyordu, bak dur ne dinleticem sana deyip Opus'tan Live is Life'yi açtım, kaset takılıyordu ara sıra, olsun. Sıradaki parça kalbi kırıldığı yerden bir daha onarılmayan bütün aşıklara gelsin dedik ya sen ya ben, geçmiş zaman, anımsayamıyorum.
Chris de Burgh'ten bir şarkı esnasında birer cigara sardık, iki nefese döndü başımız dünya durdu da duvarlar geldi üstümüze. Neşet Baba'yı açalım dedim sana. Gözümüzden bir kaç damla yaş süzüldü dinlerken. Ahmet Kaya ve Tanju Okan ile bitti şişe. Cemali'yi dinlemeyeli uzun zaman olmuştu. Renksiz hayaller dolu, dökülen gözyaşlarım diye başladı parça. Hayatın renksizliğine çizik attın pastel tonlarda!
Balkona çıktın akabinde başın dönüyordu, belli. Benim için hayat dursun şimdi dedin o yaşta, o gecede, o kafada. Üşüdün girerken içeri, hatırlatayım diye söze girdim; "Durmayacak!″ Lionel Richie ve Sting geçişleri fonda akıyordu zihnimizden. Sen üniversiteyi kazanmıştın o sene, son akşamdı, ertesi gün yola çıkacaktın, ben de kalacaktım bu bunalım şehirde, üryan. Askerliğime de vardı. Hayat tam orada başka bir yere doğru ekseni kayarcasına, avuçlarımın arasından uzaklaşıyordu sanki. Uyuduk sarılarak o gece, o net diğer her şey flu. Anılar gibi. Ertesinde not bırakıp gitmiştin. Notta "Seninle başka bir rüyada uyanmak ümidiyle" demişsin ve eklemişsin; "düşlerimde kal"

Kaldım mı peki?

10 Haziran 2018 Pazar

Yaşam Paradoksu

Geçmişin hala geçmediğine dair beylik laflar söyleyen bir adam tanıdım masaların birinde. Geçer dedim araya girerek. Hem de kanata kanırta geçer. Büyüklerimiz derdi ya zaman herşeyin ilacı. Şimdi büyüklerimizin o bir zamanlar gözümüze büsbüyük göründüğü yaşlardayım. Evet, zamanın küllendirmediği hiçbir acı ve hiçbir ayrılık yok. Bak ben de bir vakitler sevdim. Öyle güzel hatıralar var ki aklımın dehlizlerinde. Hangi birini anlatsam? Sonucunu? Farklı zamanlarda ve başka şartlarda belki ama şimdi ayrılmalıyız deyip usulca çıkıp hayatımdan gittiğini anımsıyorum. Teselli beklerken, müstehak sana dediler. Dedik o kadar sevdin. O seni senin onu sevdiğin kadar sevmiyordu. İnanamadım. Şimdi mi söylenir bu dedim. Insanların söylediklerine gözün sevdiğinden başkasını görmediğinde pek itibar etmezsin. Ne münasebet diye çıkışıp konuyu kapatırdım. Mevzubahis o olunca dünyayı karşıma alırdım. Uğruna dünyayı karşına aldığın günü gelir dünyanı başına yıkar. Saf acı. Tatmalısın. Gözlerimde yaş, kalbimde sızı, kafam güzel bir akşam. Unut onu dedi annem. Kendini topla ve hayatına devam et. Bense kolay mı sanıyorsun sen ne anlarsın deyip kırmıştım beni doğuran kadını. Sonra geçmişin geride kalacağını ve bambaşka hikayelerin yaşanacağını bilmeden o zamana kendimi kilitleyip içine kapamaya çok çalışmış sonunda yitirmiştim. Önce onu. Sonsuza dek annemi. Kalplere dokunanlar unutulmuyor bayım demişti bir keresinde o kadın. Onu da başkası sevmemişti onun sevdiği gibi o sevdiğinin bir başkasıyla evlendiğini anlatırken omuzlarımdaydı ve kirpiğinden süzülen yaşların acısını kendi tenimde hissetmiştim. O gün geçer demiştim. Hem de kanata kanırta geçer. Yaşam paradoksu. Bir zamanlar sevdiğim kadın da bir başkasıyla evlendi. Hiçbir zaman aynı cümlenin içinde geçmedik bir daha. O yüzden bana geçmiyor dedikleri acıyı ve düş kırığını kilometrelerce öteden tanıyorum. Olmuyorsa sebebi var olmasını zorladığının, çok arzuladığının. Kendini iyileştiremeyeni, kimsenin iyileştiremeyeceğini biliyorum bir de gecelerin iyi bir pansuman olduğunu. Dinle bak sessizliği, içinde kendini bulacaksın. Kendini bulmayı başardıktan sonra da kalbini yeniden umuda ve aşka açacaksın.

3 Haziran 2018 Pazar

Bir Yeryüzü Rüyası

"İçimde lise son sınıfın, son cumasının ince kederi var." diyordu Mükremin Abi. Kaç cuma geçti kimbilir? Yalnızlığın o kekremsi bir hüzününde cereyan eden yaz akşamlarını düşündüm bu cümleyi hatırlayınca.

Hiç bitmeyecekmiş sanıp bilye peşinde koştuğum mavi öğleden sonraları geldi aklıma. Top oynayıp terleyince kana kana su içtiğim haziran sıcakları. Yüzmeyi öğrendiğim Burgazada'nın soğuk suları. Karpuz ve bira iskelenin altında. Okulu kırıp kah Boğaz'a, kah Kalpazankaya'ya, kah Galatasaray antrenmanlarına, kimi zaman Veliefendi'ye, kimi zaman da İstiklal Caddesi'ne bambaşka dünyaları soluduğum ve o rüyalarda kaybolduğum yaz mevsimleri.

İnsanları tanımaya çalışan o naif adam. Herkesi kendi gibi sanan. Az ve öz insanı hayatıma alırken yaşadığım hayal kırıklarını düşündüm. Lisede İngilizce dersindeki o parlak zekalı genç tuttu elimden, ilkokulda okumayı ilk söken sarışın çocuğun yanına götürdü beni. Annem kahvaltı hazır diye seslendi. Babam hadi hazırlanın Yeşilköy Havacılık Müzesine gideceğiz kahvaltın bitirince dedi. İlk bisiklet sürüşümdeki heyecan ve bisikletten düşerken ki acı tenimdeydi. Sızladı biraz, dondurma yerken dişlerim. Uçurtmam takıldı tellere. Rüzgarlar öptü saçlarımı. Kızlar geldi gözümün önüne karşılarında saf duygularla heyecanıma yenik düştüğüm. Bir zamansız yeryüzü rüyasıydı bu. Benim içimde dünyanın bütün haziranlarından biriken ince bir keder vardı hep. Dilimde de, "Önümüz temmuz, önümüz ağustos nasıl olsa" diyerek insanlığı teselli eden Cemal Süreya'nın dizeleri..