25 Mart 2018 Pazar

Avustralya

Babam gemiciymiş gençliğinde. Şehirden şehire, ülkeden ülkeye. Geride küçük çocuğu, eşi. Annesi, babası, kardeşleri. Geçenlerde bir filme denk geldim. Başrolde Tarık Akan ve Necla Nazır oynuyordu. İmkansızlıklar içinde birbirini seven bir çift. Esas oğlan matbaacı, kız çiçekçi. Tanışıyorlar. Birbirlerini seviyorlar. İmkansızlıklar içinde, evleniyorlar. Ancak hayat şartları zorlu. Erkeğin hayali, Avustralya'ya gitmek. Evlenmeden çok önce başvurmuş. Evlendiğinden kısa bir müddet sonra onay geliyor, kabul ediliyor. Artık tek amacı eşiyle beraber gitmek. Avustralya, bakir kıta! Öyle güzel, sıcacık hayalleri var ki; "gideceğiz hayatımızı kurtaracağız, güzel bir yuvamız çocuklarımız olacak ve mutlu bir geleceğimiz" gibisinden. Gidemiyorlar film sonunda.
Hikaye tanıdık geldi. Çok tanıdık. Rahmetli annemle babam da aynı şartlarda evlenmiş. Babamın başvurusu o zamanlar kabul edilmiş ancak büyük annem, babam işteyken gelen başvuru kağıdını saklamış ve sonra da ortaya çıkar endişesiyle yırtmış. Ne tuhaf oldum bu hikayeyi ilk dinlediğimde. Babam gemiciydi ve oradan oraya savrulurken kendi iç dünyasını küçük defterine sığdırmıştı üstelik. Günlük tadında. Bundan kırk yıl öncesi sanırım. Şiirler, limanlar, hasretler, yalnızlıklar. Ve elbet hayal kırıklığı. "Avustralya'ya gidemiyorum, başvuru sonucu gelmedi" yazmış. Sandığın içindeki tozlu kağıtları, evrakları, resimleri karıştırırken buldum. Iskalanmış ve yaşanılması unutulmuş bir hayat. Defterin satırları, göz yaşlarımı burktu. Neden yazdım bilmiyorum ama paylaşmak istedim."