29 Temmuz 2018 Pazar

29 Temmuz 1989

1989 senesi o tarihe tanıklık edenler için; çok zorlukla dolu geçen bir yıl olarak daha sonra hafızalarının tozlu raflarındaki yerini alacaktı. Neler olmamıştı ki; Samsunspor kafilesi, Malatyaspor ile yapacakları lig maçı için çıktığı otobüs yolculuğunda ciddi bir kaza geçirmiş, kazada teknik direktörünü ve 3 oyuncusunu kaybetmişti.

Türkiye güzeli Meltem Hakarar, Moskova'da düzenlenen Uluslararası Güzellik Yarışması'nda birinci olmuş, o sırada SSCB orduları, Afganistan'dan tamamen çekilmişti. Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in başvurusu üzerine, "Üniversitelerde bayan öğrencilerin baş örtüsü takmalarına izin veren" yasal düzenlemeyi iptal etmiş, memlekette bu nedenden büyük protestolar meydana gelmişti. O protestolardan çok sonra başa gelecek bir hükümet tüm bu yapılanların intikamını kan kusturarak alacaktı.

Galatasaray, cezası nedeniyle, Almanya'nın Köln şehrinde oynadığı Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek finalinde ilk maçı Monaco'da 1-0 kazanmış, rövanş maçında Monaco ile 1-1 berabere kalarak yarı finale çıkmıştı. Sokaklara dökülmüştük elimizdeki bayraklarla. Anımsıyorum da muhteşem bir başarıydı. O sıralar Çin Halk Cumhuriyeti'nde devam eden Tiananmen Meydanı Protestoları'nda 3000'e yakın insanın öldürüldüğü, Romanya Başbakanı Çavuşesku ve eşi Elena'nın, insanlığa karşı suç işlemelerinden dolayı suçlu bulunduğu ve kurşuna dizilerek idam edildiği haberleri televizyon ve gazetelerden bildiriliyordu.

O dönemde bir çok diziye de konu olacak Bulgaristan'daki asimilasyon sonucu Bulgaristan'daki Türkler, ülkemize göç ediyor, o sene içinde de Şener Şen'in babası Ali Şen, Beşiktaş efsanesi Baba Hakkı Yeten, usta yönetmen Ertem Eğilmez, büyük yazarlar Samuel Beckett, Yusuf Atılgan hayata veda ediyorlardı.

1989'un 29 Temmuz günü de o vakit yaşayanlar için alalade bir gün sayılırdı. Çocukluğunu yaşayanlar, okulların sona ermesinin üzerinden 1,5 ay geçmesinin ve aynı zamanda yaz tatillerinin tadını çıkarıyor, sahil kıyıları, yazlıklar, oteller dolup taşmış aileleri ağırlıyordu. Ben, İstanbul'daydım. İstanbul'da çok sıcak bir hava vardı o günü. Güne sabah kalkıp bir güzel kahvaltı yaparak başlamıştım, forma ve şortumu giyip mahalleden arkadaşlarımla toprak sahada geçirmek için evden fırlamıştım.
Akşama doğru yorulup biraz da acıkınca 5 gibi evin yolunu tutmuştum. Eve gelen bir telefon, o yazı tamamen değiştirdi. Annemin köyünden geliyordu telefon ve arayan kardeşiydi. Abla, annemizi kaybettik başımız sağolsun diyebilmişti bir tek dayım. Annem üzüntüden düştü, kaldı. Zor kendine getirdiler. Babam Nişantaşı'nda çalışıyordu iş çıkışına belki bir kaç saati vardı. Haberi hemen halamlar ilettiler. Apar topar geldi babam. henüz 60 yaşında kaybettiği annesine doyamadığını feryat eden annem hüngür hüngür ağlıyordu. Kötü bir şeyler olmuştu. Ben de annem ağlıyor diye ağlıyordum.

Ölüm nasıl bir şey diye düşündüm o an. Çok tanık olduğum ve idrak ettiğim bir mesele olmamasına rağmen anlaşılan iyi bir şey olmadığıydı. Babamdan sonra duyan akrabalar da geldi evimize. Taziye ve üzüntülerini belirttiler. Herkesin üzgün olduğu bir akşamüstüydü o bahçeli evimizde, benim de, öyle içime işlemişti ki; annemin ellerinden sıkı sıkıya tutuyordum hiç bırakmaksızın. Sonrasında bir minibüs bulundu tanıdıklar vasıtasıyla ve gelebilen bütün akrabalarla beraber yola çıktık.

Yol, annemin sessiz ağlayışları ve benim onun yanında anne ağlama ne olur deyişimle geçti. Köydeki eve vardığımızda orada İstanbul'dakine benzer başka bir kalabalık olduğunu gördüm göz ucuyla ve bu kalabalık İstanbul'dan gelenlerle bir araya geldiler.

Birbirlerine ağlayarak sarıldılar. Birbirlerinden güç bulmaya çalıştılar. Ağlamaklı gözlerle etrafı seyrettim gece boyu ve sonra yavaş yavaş sessizliğe bıraktı yerini kalabalık. Anneannem 60 yaşında son nefesini vermişti. Ve bir yatak üzerinde beyaz bir örtünün altında yatıyordu. Üzerindeyse bir bıçak karnıyla göğüs boşluğu arasına bırakılmıştı.

Yaşlı kadınlar bunun bir gereksinim olduğunu soran ve bilmeyenlere izah ediyordu. İlk ölüm deneyimimi taçlandıran son kareydi bu sahne benim için. Ölümün ne olduğu o zaman anlamıştım. Ölüm, sevdiklerimizi bu yaşamda bir daha hiç görememekti. Onların hatıralarıyla yaşamın geri kalanına devam etmek zorunda olmak demekti.

Bunu ilk anladığımda takvim yapraklarında tarih 29 Temmuz 1989'u gösteriyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder