3 Haziran 2018 Pazar

Bir Yeryüzü Rüyası

"İçimde lise son sınıfın, son cumasının ince kederi var." diyordu Mükremin Abi. Kaç cuma geçti kimbilir? Yalnızlığın o kekremsi bir hüzününde cereyan eden yaz akşamlarını düşündüm bu cümleyi hatırlayınca.

Hiç bitmeyecekmiş sanıp bilye peşinde koştuğum mavi öğleden sonraları geldi aklıma. Top oynayıp terleyince kana kana su içtiğim haziran sıcakları. Yüzmeyi öğrendiğim Burgazada'nın soğuk suları. Karpuz ve bira iskelenin altında. Okulu kırıp kah Boğaz'a, kah Kalpazankaya'ya, kah Galatasaray antrenmanlarına, kimi zaman Veliefendi'ye, kimi zaman da İstiklal Caddesi'ne bambaşka dünyaları soluduğum ve o rüyalarda kaybolduğum yaz mevsimleri.

İnsanları tanımaya çalışan o naif adam. Herkesi kendi gibi sanan. Az ve öz insanı hayatıma alırken yaşadığım hayal kırıklarını düşündüm. Lisede İngilizce dersindeki o parlak zekalı genç tuttu elimden, ilkokulda okumayı ilk söken sarışın çocuğun yanına götürdü beni. Annem kahvaltı hazır diye seslendi. Babam hadi hazırlanın Yeşilköy Havacılık Müzesine gideceğiz kahvaltın bitirince dedi. İlk bisiklet sürüşümdeki heyecan ve bisikletten düşerken ki acı tenimdeydi. Sızladı biraz, dondurma yerken dişlerim. Uçurtmam takıldı tellere. Rüzgarlar öptü saçlarımı. Kızlar geldi gözümün önüne karşılarında saf duygularla heyecanıma yenik düştüğüm. Bir zamansız yeryüzü rüyasıydı bu. Benim içimde dünyanın bütün haziranlarından biriken ince bir keder vardı hep. Dilimde de, "Önümüz temmuz, önümüz ağustos nasıl olsa" diyerek insanlığı teselli eden Cemal Süreya'nın dizeleri..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder