30 Mayıs 2016 Pazartesi

Aile, içi boş kelime!

Acısı büyüktür kaybettiklerinin. Anne, baba, kardeş, eş, dost. Yitirdikleri için küçük deniz fenerlerini yahut mumları denizin kalbine bırakanlar bilirler ki, bu ritüel canının yangınları suya karışsın diyedir. Çünkü buharlaşmalıdır yaralar, bir müddet hiç hatırlanmamalıdır. Sonra o çekilen hüzünler, yağmur olsun isterler zira gökten yeniden yere düştüğünde yağmur damlaları, anımsanır o zaman kaybolan anılar.

Yaşam tuhaf ve kısa! İnsanlar için diyecek kelimeleri bulmak zor. Annesini, babasını sokağa atanlar gördü bu gözler. Evlenenler, boşananlar..

Gözlerini bu yaşam ağrısına açanları kucakladı bu eller. Ölümlerden geldi, yorgundur belki biraz düşünceler. Düşüncelerim! Sevdiklerini gömerken insanın en çok neresi acıyor biliyor musunuz? Hatıraları. Ne kadar biriktirdiyse yitirdiğiyle ilgili, yine de pişmanlık duyuyor. Yaşamak, mantık işi. Sınırlı anılar, intiharla doğru orantılı. Elde avuçta ne varsa onla idare etmek asıl ölüm!

İnsan her şeye alışıyor da, insanların hayata bakış açılarına alışamıyor bir türlü. Çevresine bakıyor, tutunmak için. Bir tebessüm, bir umut. Herkes dünya derdinde, herkes çıkarının peşinde. Ne kadar yalan. ne kadar da sahte? Size öyle gelmiyor mu?

Hayatım zor geçti. Sıkıntılı günler, yıllar yaşadım. Çok param olmadı. Hep bir umut, yaşamak dedim. Kılı kılına yaşadım bu yüzdendir. Anne, baba malı için kavga eden kardeşler gördüm. Miras için küsen, birbirini aylarca görmeyen, yıllarca birbirlerine gidip gelmeyen ve konuşmayan karındaşlar, düşünebiliyor musunuz? Babasını döveni de, annesini döveni de gördüm. Nasıl acıdır, nasıl insanlıktan yoksunluktur? Sanırım, parayla bazı dünyevi meselelerde saadet oluyormuş. Herkes buna kitlenmiş. Seninle aynı seviyedeyse, görüşmez de, daha üst seviyedekilere hayranlıkla yaklaşanlar gördüm üstelik.

Kızını veya oğlunu dizinin dibinde isteyen ve evlense de onun yuvasına müdahale eden anne babalara şahit oldum. Haftanın en az beş günü çocuğunun hayatına müdahil olanlara. Kendi egoları uğruna yuva yıkan anne ve babalara. Çocuklarının mutluluklarını dizayn etmeye çalışan ebeyevnlere yani. Abi, abla ve kardeşlerini eşinin kıskançlıkları nedeniyle görmek istemeyenler gördüm. Üç kuruşluk eve, barka, arsaya, tarlaya tamah edip de bütün ailevi ilişkilerini bozanlara tanık oldum.

Aile? Aile içi boş kelime. Yalanlar Cumhuriyeti. Çıkar, menfaatten ibaret bir kavram karmaşası. Eğer, aileden biri diğerinden bir adım ötedeyse, o geride kalanlar hınçla, nefretle, kıskançlıkla bakıyor kendini öne atana. Para, pul, itibar ile sınıflandırılıyor bütün ilişkiler. Aşkla evlenip, soluğu mahkemede alan çok insanın yolu Tezer Özlü'nün sözlerine çıkmıştır muhakkak.

Der ki, Tezer; "Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum, hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi değer verdiğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım."

İş, aile, hayat hepsi çıkar üzerine kurulu bu düzende insan, neden mutsuz olmasın ki? Bütün sahteliklerin dışında olmak istiyor da yaşamak uğruna, ayakta kalabilmek adına ne yazık ki hiçbir zaman olamıyor!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder