14 Haziran 2017 Çarşamba

Varlığında Açan Çiçekler

Çünkü senin nefes aldığın şehirde yaşamayı sevdim ben, hiç yürümediğim caddelerle bu sayede tanıştım, kaldırımlarla konuştum, dertlerini dinledim bütün sokak lambalarının. Oturduğun sokağın başındaki bakkaldan almaya gayret ettim sigaramı. Mahallendeki manavdan sipariş ettim sevdiğin envai çeşit meyveyi. Yoksa da sıkı sıkı tembihledim. Balıkçı Haydar'dan taze balıklar aldım. Derya kuzusu bunlar diye diye su serpiyordu ben dükkanına geldiğimde üzerlerine. Göz göze geldiğimiz komşularını selamladım sonra, hiç tanımamama rağmen. Kuşlarla konuştum, ağaçlara gülümsedim, çiçeklere göz kırptım. Bir zamanlar bütün yalnızlık öykülerini ve aczimi dinleyen Galata'ya karşı kadehimi kaldırdım.

Dünyanın bütün yüklerini aldım omzuma, yeter ki değmesindi o güzel kalbine hiç bir sıkıntı.. Saçlarının kokusunda esir kaldım. Gözlerinin içinde kayboldum, kendime hiç dönmek istemedim, saatimi bileğimden söküp attım yanında vakit geçmesindi. Eğer yanında yaşadığıma deniyorsaydı ömür, hiç bitmesin istedim. Ve boğulmayasın diye derin yaralarımdan hiç bahsetmedim sana, çünkü varlığında açan çiçekler vardı..

Önder Deniz Çavuşlar

10 Haziran 2017 Cumartesi

Uçsuz Bucaksız Sandığın Hayat

Sonsuzluğa inandığın, muhteşem günbatımlarını hatırladın mı?

Mutluluk rüyasına o huzurlu akşamlarda inanmıştın. Bodrum'un o büyüleyici maviliğinin koynunda, cennette gibi, hiç bitmeyecek düşler gibi. Ama hayat bu, hep istediğin gibi olmuyor!

Peki, ansızın uçurumlarla tanıştığın günleri anımsıyor musun? Hiç iyileşmeyecek sandığın yaralarını sabırla, için oyula oyula sardığın pansuman gecelerini unuttun mu yoksa? Yalnız başına işsiz güçsüz dolaştığın ıssız sokakların, senin kadar yaralı kaldırımları şahitti bir zamanlar ruhundaki tahribata! Sesin içine akmış, gözlerin kanamıştı o vakitler ağlamaktan yastığına. Kayıpların; maddi, manevi ardı ardına, daha en acısını yaşamamıştın oysa. Sevdiklerini toprağa gömerken bu dünyanın öbür yüzünü görmeye başladın, yüzsüzlüğünü, adaletsizliğini tanıdın. Peki ya lime lime çekildiğinde etlerin, kırılırcasına mı acıdı mı kemiklerin?

Herkesin hayatı kendi doğal akışındayken, sen olduğun yerde duruyordun, kışları değil yazları üşüyordun.

Bunca elem fazlaydı! İncindiği kadarmış insanın yaşama dair küskünlüğü. İnanmaktan yorulduğun, yaşamaktan usandığın günler kanırta kanırta da olsa bir gün geçecek dediler, inanmadın mı hiç? Bilmiyordun değil mi? Tünelin ucunda bir ışık beliriyor, bir kabustan hiç beklemediğin bir anda. Uyanıyorsun.

Umut etmeyi hatırlıyor muydun?
Sevmeyi? Sevilmeyi? Renkleri?

Ruhuna iyi gelen şarkıları, defalarca izlemekten bıkmayacağın o filmleri bir kere daha seyretmeyi, sevdiğin yazarların kitaplarını tekrar tekrar okumayı, şehrin en kalabalık caddelerinde dolaşmayı, deniz kenarında bir bankta oturmayı, martilara simit atmayı ve kıyı boyunca yürümeyi ve koşmayı, eğlencenin dibine vurmayı, denize karsi güneşin battığı akşamlarda kendini kaybedene dek dans etmeyi, kadehleri kederle değil keyifle içmeyi? Dizlerin üzerine çökmüşken, bir daha ayağa kalkacağını hiç düşünmediğin anların birinde oldu değil mi? Elinde rengarenk balonlar... Farkında değildin lakin, bütün yaşadıklarına, yeryüzünün en sert rüzgarlarına, dayanılmaz acılarına karşı ayakta durmayı başardığın gün hissettin. Ama şimdi daha iyi anlıyorsun değil mi? Uçsuz bucaksız sandığın hayat meğer bir ömürlükmüş.