17 Aralık 2016 Cumartesi

Bir kadın vardı..


Bir kadın vardı..

Saçları güneşten biraz yanık altından daha sarıydı. Gözlerinin rengini, uçsuz bucaksız ovaların yemyeşil taze çimenlerinden almaktaydı.

Bir kadın vardı. Dudakları, meyve bahçelerinin dallarından koparılan en olgun kirazların tadındaydı.

Onu tanıdığım zamanlarda, ülkede afetler, cinayetler, çöp toplayan kimsesizler, taciz ve tecavüze uğrayan kadınlar ve çocuklar ve hapisanelerde masum insanlar vardı.

Bir kadın vardı. Bakışları alev alev yakardı. Boş lakırdılardan hicap duyardı. Gerek olmadıkça konuşmazdı. Gerektiğinde konuşur, yeri gelince susardı. Suskunluğu hüznün arkasına saklıydı.

Bir kadın vardı. Ayışığına benzerdi, yakamozu severdi. Denizinin üzerine her gece parıltılarını saçardı. Bir vakit olurdu, kendi karanlığına kaçardı.

Bir kadın vardı. Kırmızı ojeli tırnakları, sigara izmaritlerinde kırmızı ruj izleri, kırmızı elbisesi ve kırmızı topuklu ayakkabılarıyla aklımı başımdan alırdı.

Sarılınca birbirimize bedeni, ruhumu alev alev yakardı. Bütün bildiklerimi unutturur, yeryüzünde imkansız hiçbir şeyin olmadığına beni inandırırdı. İmkansız demek onunla hikayemizin başlangıcıydı.

Bir kadın vardı. Kokusunda yaşamı iliklerime kadar hisseder, teninde ölümün soğukluğunu değil aksine o huzurlu güzelliğini yaşatırdı.

Bir kadın vardı. Bir yandan billur sesiyle en sevdiğim şarkıları kulağıma fısıldarken, öte yandan beni o çok sevdiğim rakı masallarına özenle hazırlardı.

Bir kadın vardı, yaşı olmayanlardandı. Yaşını yaşına kadar hiç yaşamamıştı, hep gençti. Yaşam boyu görülmemiş düş, koparılmamış bir çiçek, ömründen hiç bir mevsim geçmemiş seneler gibiydi.

Bir kadın vardı. Hatalarımı yüzüme vurmaz bana herkesten çok daha hassas yaklaşır ve beni sevgiyle kucaklardı. Göğsünde uyuturdu beni. Göğsümde uyurken bir meleği andırırdı.

Başka kadınlar da vardı. Sevdiği adamın omzunda uyuyan, yapayalnız yataklarda uyanan, hayal ettiği bütün düşleri yıkılan ve insanın bütün dünyasını tek bir lafıyla başına yıkan.

Ama o kadın başkaydı, bambaşka bir masaldan yeryüzüne düşmüş de, sanki görevi insanı aşka, mutluluğa ve hayata inandırmaktı.

Bir kadın vardı. Ve o kadın, her gece görmek isteyip görülmesi artık mümkün olmayan rüyalarımdaydı.