30 Haziran 2012 Cumartesi

Bağışlayın Bugün Benim Doğum Günüm


Lanet ettiğim bir gün var!

Diğer 364 günü tenzih ederek, beni dokuz ay karnında taşıyıp; sancılı bir bebek dünyaya getiren
meleğimi de ayrı tutarak...

Bugün benim doğum günüm. Yani temmuzun biri...

Hep toto oynadığım, tanrının doğduğum gündeki rakamlara inat öleceğim günü de bu güne ayarladığına dair derin şüphelerimin olduğu gün. Yani bir temmuz.

Ama olsun, en güzel hediyeleri ben bu gün de aldım! Terk edildim. Aldatıldım. Kasıtlı olarak tarih sekmeden. Hep bugün. Yapa yalnız, sonsuz acılara hep bu gün yelken açtırdılar. En derin sancıları arifesinde çektirmeye başlayıp 12 den tam da bu gün vurdular.

En güzel hediyelerimi özellikle hep bugünde armağan ettiler..

Toprağına, atom bombası atılmış bir japon kadar dik durmaya çalıştım önceleri. Siyanürlü kolalar, adını hatırlayamadığım yaşam destek ünitesi belgeli şişeler...

Cenaze öncesi şampanyaların sarhoşluğuyla yazık ettim tarihin birine. Küfürler besteledim, depremde dilim tutuldu, sakat kaldım..

Bir bisikletin duvara çarptığı çocuk oldum, intiharlar geliştirdim, camları kırdım. Şiddetli nefessizlikten neşterler yedim. Makus yazgımın dönmesini bekleyerek; için için içtim, dağıldım, sustum, ağladım, sanrılar, halüsinasyonlar ektim. Kök verdiler.

Kimsem yoktu hiç yanımda. Özellikle temmuzun biri. Hep tek başımaydım. Doğduğum gibi. Öleceğim gün gibi. Bir yerde içerken, ağlarken, susarken, dalıp giderken, mutlu kalabalıkları izlerken buldum kendimi.

Yalnızdım. Peki onlar neredeydi?
Unutup gidenler, gitmek isteyenler...

Terk edilmişliğin dayanılmaz sızılarını hep bu gün çektim.

Çok yalnız, çok yanlış kimsesiz yaş günlerim oldu. Masada kaldığım, sızıp taksiyle eve yollandığım, yapa yalnız bir temmuzlarım.

İşte bugün otuzum..
Otuzbir çeken bir ay talihsizliğindeyim;

Nice mutsuz!

Sevdiklerinin yanında olamayan, kimsenin sevmediği, sevdiğini söyleyip terk ettiği,
herkesin unutup geçtiği, hayatımda olanın çekip gitmek için can attığı bir
hilkat garibesiyim. Yine.

Ama siz, biraz deri biraz ete bürünmüş toplumunsosyal kanaması diyebilirsiniz. Nasıl bir his mi? Tadından yenmez!

Bir doğum günü nasıl yaşanır, ne anlam ifade eder? Ki hepimizi gömülmek için gelmedik mi dünyaya. Doğacak büyüyecek ve ölmeyecek miyiz?

Tanrı senaryo dalında Oscar'ı haketmiş olabilir ama ben de kalbi en kırık adam dalında kazanmalıydım o ödülü, çoktan...

Hem temmuz yalnızlıklar, masmavi hüzünler, beraber çıkılamayan tatiller, terk edilmenin eli kulağında olduğu can yakan ilişkilerimin, kırık kalbimin daha da çok kırılmak için çaba gösterildiği ay.

Bir temmuz programım kaç senedir aynı!
Sabah erken kalkarım. Yaşasaydı diye adını andığım sevdiklerimle helalleşirim.

Sonra ilk kadehi çarparım yüzüme, sabahın ilk ışıklarıyla...
Yüzümü yıkarım, hayat misyonunu doldurmuş gibi olur yine...

size olur mu bilmem, bana özellikle bugün böyle olur...


Biliyorum ben zaten rahimden kurtarılması
imkansız bir kürtajdım. Hala kesilmemiş göbek bağıydım.

Bu hayata entegre olamadım fazla,
hatalarımdan mayınlarıma düşerken en fazla bir bacağım olmaz sanıyordum...

Hiç doğmamış çocuğuma, gidenlere, gömdüğüm güzel yüzlere,
gitmek için günleri sayanlara ve gidip de dönmeyen

’meleğime’

bir rahmet bile okuyamayacak kronik dudak sızıntısı oluverdim...

Kırık camlara basmaktan pastayı kesmeye sıra gelmedi!

Çocukluğuma dönmek istedim, resimlerdeki mutlu günlerime...

Keşke sizde olsaydınız!

Hadi üfle çekiyorum kıvamına gelemedim bir daha. Duydum ki unutmuşsun söndürdüm meyhanelerin; kesif, rakı masalarında.

Hatalarım oldu elbet, boyumu aşar. Onarılmaz hatalar. Yalanlar, yalanlar, yalanlar.
Sonuç hep terk edildim. Hep yalnızdım.

Mutsuzluğa uğurlandım, uçurumdan atıldım.
Uçurum kıyısıydım bugün kaydı ayağım. Düştüm bakmaya kıyamadığım gözlerden
sürekli...

Özür dilerim..
Biraz hislendim ne yapayım gözlerim doluydu!

Avuçlarımdan taşan hoşçakallar sızladı, kalbim kepenklerinden bir sufle kanadı!

Başınızı ağrıttım belki, bağışlarsınız artık....

Ne de olsa bugün; benim doğum günüm......

ÖDÇ

24 Haziran 2012 Pazar

Esel



Benim seni görebilmek için
yanıp tutuştuğum,
sesini bir dakika duyabilmek için
çırpındığım zamanlar vardı Esel...

21 Haziran 2012 Perşembe

2 Haziran 2012 Cumartesi

Herkes gider mi?

Herkes gider mi? -Evet gider çocuk...Herkes eninde sonunda gider. Yalnızca bekler, biraz daha kalmayı denerler ama giderler çocuk, sonuç kaçınılmazdır!

Neden aramanın anlamı yok aslında bir nedeni yok. Giderler o kadar. İçindeki şeytanı, bağımlıklarını, beş parasız olmanı, çirkin, göbekli, iradesiz, karaktersiz olduğunuzu söylerler kendinizi savunmanıza bile iz in vermeden giderler.

Kimi zavallı hallerini gördükten sonra vazgeçer, kimi artık seni sevmediğini fark ederek uzaklaşır.

Oysa iyi baksalar, o küçük saf çocuğu da görebilirlerdi, yaraları, tarifsiz acılarıyla beraber. Bazen hayat anlamını yitirir sevdiğinin gözlerinde, sana baktıklarında acırlar çocuk, seni dünyanın en aciz insanı gibi görürler.

O sevişmeler yalandır! Sevişmelerin bitiminde terli çarşaflar dururken daha basıp giderler. Elini tutmaya kıyamadığın, dokunmaya korktuğun var ya en çok da o gitmeyi ister çocuk! Çünkü elinde hiç bir şey olmayacağını bilir, soğuk kaba ellerini tutmaktan başka. O'nun için senden sonrası hayattır, renkli ve cezbedicidir. Hayat, onları hep çağırır çocuk!

O küçük ellerini bağışlamayacak kadar senden nefret eder ve kaçarak uzaklaşır. Çünkü sen kalansın ve artık bir yabancısındır. Sen yağışlı, bol alkollü, gözyaşlarını cebine saklayan, elleri durmadan ceplerinde ağlayan, sıradan lakin en arka sıralardan bir seçeneksindir.

O mu?
rüyandır

rüyalar da biter çocuk...

Yalnızlığa alışsan, uçurum kıyılarını hatırlamaya başlasan iyi olur. İzbe sokakların, kuytu kör barlarına saklansan; ya da hep istediğin, defalarca denediğin, bir türlü beceremediğin ölümü hatırlasan daha iyi çocuk...

Unutma hiç; Tanrı bizimle oyun oynuyor, sana...
çok eski bir sözünü hatırlatarak yaşatarak.

"Tanrı, O'nu yollar ve der ki...
Bak özene bezene bir kız yarattım hatta bir melek senin cezan? O'nu önce sevmek sonra kaybetmek!

De Cavu 02.06.2012 12:00 Şişli

1 Haziran 2012 Cuma