7 Eylül 2018 Cuma

Azar Azar

Hemen pes mi ediyorsun? Yemyeşil çayırlara uzanıp taze kır çiçeklerinin kokusunu çekeceksin daha içine. Avucuna düşen yağmur damlalarını sayacaksın, saçlarından süzülecek ıslaklık, yürüyeceksin uçsuz bucaksız yolları aldırmadan ve sırılsıklam.

Gökyüzünden en parlak yıldızları seçmek için bakacaksın geceleri pencerenden, ayışığı dolacak içeriye tutamayacaksın kendini atacaksın sokağa. Sen aydınlatacaksın belki de geceyi, ne biliyorsun? Denize paralel sahil kıyılarında tabanların acıyana dek dolaşıp toplayacaksın deniz yıldızlarını ve mercan taşları, seke seke suyun üzerinden atacaksın suyun dibine, başka ne umuyorsun?

Bir sigara telleyecek, soğuk bir bira kapacaksın dolaptan, arkana bile bakmadan hey ne sanıyorsun?

Kim ne yapıyor veya nasıl baş etmeye çalışıyor hayatla unutacaksın, çünkü insanlar ve değer yargıları, çünkü insanlar ve çok bilmişlikleri, çünkü insanları ve içten içe seni aşağı çekişleri gelecek aklına.

Sana bahşedilen güzellikleri göremediğin günlere, yaşam deme. Çünkü insanlar kötüdür. Yaşam, göz açıp kapayıncaya giden bir yoldur çünkü.

Doğduk, büyüdük, yaşadık ve azar azar ölüyoruz.

Hayat, imdi adanın sırtlarında pencereden sarkan sardunyalara bakıp tebessüm etmek, biraz da vapur telaşlarıdır, son sefere yetişmeye çalışmak gibidir.

Yaşantının manası alamadığın uykular değildir yorgun gecelerden, Her gün seni bekleyen keşmekeş ve depresyondan depresyona sürüklendiğin ruh halleri de değildir. Şehir yorar, yıpratır insanı. Yorucu ne varsa uzaklaş, ne duruyorsun?

Olduğu gibi kabul edip göz ardı etmeye devam edersen ıskalayacağın zamanı düşün. Daha evden çıkmadan sabırsız şoförlerin kornaları karışır, kalabalığın uğultusuna.

Eğer akışına bırakırsan erkenden uyanıp işe yetişme telaşlarına kapılırsın, kendini otobüslerin içinde nefes almaya, trafikte aracında ilerlemeye çalışırken bulursun. Yöneticilerin hesap sorar; can sıkar, stresli ve endişeli çalışma arkadaşların da seni hep aynı döngünün içine atar durur.

Ödenecek faturalar, benzin parası, bina aidatı, zamlar, altını, doları, kredi kartı, iki oda bir salon evin bütün ihtiyaçlarına, eş dostun yapay davranışlarına, unutulan saygıya, hoşgörüsüz ve sevgisiz kent insanlarına ve akrabalarına rast gelmen ve o kısır döngü içinde boğulman kaçınılmaz.

Mutlaka gidilmesi gereken konserler, iyi ki seyretmişim diyeceğin tiyatro oyunları, izlenmesi gereken filmler, ruhuna iyi gelecek şarkılar ve keşfedilmeyi bekleyen yerler var daha kaldır başını.

O nedenle, hayatı ıskalama lüksün yok, hadi durma bir yerden başla. Başlayan ve yolu yarılayan bu dizeleri usulca koyuyorum başucuna. Yarenlik olsun.

"Ay büyülüydü. Yakamoz, deniz. Ardından koştuğumuz o baharlar. Çocuklardık. Parlak yıldızlardık o zamanlar. Artık dönemesek de geriye, ardından koştuğumuz o zamandır."

30 Temmuz 2018 Pazartesi

Distopya

"Hafif acıları anlatırım, derin acılar bana kalsın." cümlesi beni anlatır bütün iç organlarıyla. Bir şarkı da buna eş anlam olarak "Dertler derya olmuş, bende bir sandal, devrilip batmışım, boğulmuşum ben." der. Distopyam budur.

29 Temmuz 2018 Pazar

29 Temmuz 1989

1989 senesi o tarihe tanıklık edenler için; çok zorlukla dolu geçen bir yıl olarak daha sonra hafızalarının tozlu raflarındaki yerini alacaktı. Neler olmamıştı ki; Samsunspor kafilesi, Malatyaspor ile yapacakları lig maçı için çıktığı otobüs yolculuğunda ciddi bir kaza geçirmiş, kazada teknik direktörünü ve 3 oyuncusunu kaybetmişti.

Türkiye güzeli Meltem Hakarar, Moskova'da düzenlenen Uluslararası Güzellik Yarışması'nda birinci olmuş, o sırada SSCB orduları, Afganistan'dan tamamen çekilmişti. Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in başvurusu üzerine, "Üniversitelerde bayan öğrencilerin baş örtüsü takmalarına izin veren" yasal düzenlemeyi iptal etmiş, memlekette bu nedenden büyük protestolar meydana gelmişti. O protestolardan çok sonra başa gelecek bir hükümet tüm bu yapılanların intikamını kan kusturarak alacaktı.

Galatasaray, cezası nedeniyle, Almanya'nın Köln şehrinde oynadığı Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek finalinde ilk maçı Monaco'da 1-0 kazanmış, rövanş maçında Monaco ile 1-1 berabere kalarak yarı finale çıkmıştı. Sokaklara dökülmüştük elimizdeki bayraklarla. Anımsıyorum da muhteşem bir başarıydı. O sıralar Çin Halk Cumhuriyeti'nde devam eden Tiananmen Meydanı Protestoları'nda 3000'e yakın insanın öldürüldüğü, Romanya Başbakanı Çavuşesku ve eşi Elena'nın, insanlığa karşı suç işlemelerinden dolayı suçlu bulunduğu ve kurşuna dizilerek idam edildiği haberleri televizyon ve gazetelerden bildiriliyordu.

O dönemde bir çok diziye de konu olacak Bulgaristan'daki asimilasyon sonucu Bulgaristan'daki Türkler, ülkemize göç ediyor, o sene içinde de Şener Şen'in babası Ali Şen, Beşiktaş efsanesi Baba Hakkı Yeten, usta yönetmen Ertem Eğilmez, büyük yazarlar Samuel Beckett, Yusuf Atılgan hayata veda ediyorlardı.

1989'un 29 Temmuz günü de o vakit yaşayanlar için alalade bir gün sayılırdı. Çocukluğunu yaşayanlar, okulların sona ermesinin üzerinden 1,5 ay geçmesinin ve aynı zamanda yaz tatillerinin tadını çıkarıyor, sahil kıyıları, yazlıklar, oteller dolup taşmış aileleri ağırlıyordu. Ben, İstanbul'daydım. İstanbul'da çok sıcak bir hava vardı o günü. Güne sabah kalkıp bir güzel kahvaltı yaparak başlamıştım, forma ve şortumu giyip mahalleden arkadaşlarımla toprak sahada geçirmek için evden fırlamıştım.
Akşama doğru yorulup biraz da acıkınca 5 gibi evin yolunu tutmuştum. Eve gelen bir telefon, o yazı tamamen değiştirdi. Annemin köyünden geliyordu telefon ve arayan kardeşiydi. Abla, annemizi kaybettik başımız sağolsun diyebilmişti bir tek dayım. Annem üzüntüden düştü, kaldı. Zor kendine getirdiler. Babam Nişantaşı'nda çalışıyordu iş çıkışına belki bir kaç saati vardı. Haberi hemen halamlar ilettiler. Apar topar geldi babam. henüz 60 yaşında kaybettiği annesine doyamadığını feryat eden annem hüngür hüngür ağlıyordu. Kötü bir şeyler olmuştu. Ben de annem ağlıyor diye ağlıyordum.

Ölüm nasıl bir şey diye düşündüm o an. Çok tanık olduğum ve idrak ettiğim bir mesele olmamasına rağmen anlaşılan iyi bir şey olmadığıydı. Babamdan sonra duyan akrabalar da geldi evimize. Taziye ve üzüntülerini belirttiler. Herkesin üzgün olduğu bir akşamüstüydü o bahçeli evimizde, benim de, öyle içime işlemişti ki; annemin ellerinden sıkı sıkıya tutuyordum hiç bırakmaksızın. Sonrasında bir minibüs bulundu tanıdıklar vasıtasıyla ve gelebilen bütün akrabalarla beraber yola çıktık.

Yol, annemin sessiz ağlayışları ve benim onun yanında anne ağlama ne olur deyişimle geçti. Köydeki eve vardığımızda orada İstanbul'dakine benzer başka bir kalabalık olduğunu gördüm göz ucuyla ve bu kalabalık İstanbul'dan gelenlerle bir araya geldiler.

Birbirlerine ağlayarak sarıldılar. Birbirlerinden güç bulmaya çalıştılar. Ağlamaklı gözlerle etrafı seyrettim gece boyu ve sonra yavaş yavaş sessizliğe bıraktı yerini kalabalık. Anneannem 60 yaşında son nefesini vermişti. Ve bir yatak üzerinde beyaz bir örtünün altında yatıyordu. Üzerindeyse bir bıçak karnıyla göğüs boşluğu arasına bırakılmıştı.

Yaşlı kadınlar bunun bir gereksinim olduğunu soran ve bilmeyenlere izah ediyordu. İlk ölüm deneyimimi taçlandıran son kareydi bu sahne benim için. Ölümün ne olduğu o zaman anlamıştım. Ölüm, sevdiklerimizi bu yaşamda bir daha hiç görememekti. Onların hatıralarıyla yaşamın geri kalanına devam etmek zorunda olmak demekti.

Bunu ilk anladığımda takvim yapraklarında tarih 29 Temmuz 1989'u gösteriyordu.

26 Temmuz 2018 Perşembe

23 Temmuz 2018 Pazartesi

17 Temmuz 2018 Salı

Dışavurum

"Ben yapamıyorsam bari onlar yapsın, benim olmadı onun olsun, ben kazanamadım onlar kazansın, ben bir yere gidemiyorum onlar bari gitsin" gibi insani bir anlayış varken, çevremizde de "Ben yapamadım kimse yapamasın, ben kazanamadım kimse kazanmasın, ben zorluk çekiyorum herkes çeksin, benim işim gücüm zor kimsenin kolay olmasın, ben gidemiyorum kimse bir yere gitmesin" anlayışı var.

Bu anlayış, insanlardaki aşağılık kompleksinin, hasetin ve hiçbir zaman insan gibi insan olamayacağının dışavurumudur.

Dört milyar yıllık dünyada; dört büyük çağ, sayısız medeniyet ve oluşum arasında şu döneme denk gelmenin sıkıntısını, varoluşsal sancılar ile birlikte çekiyorum bu yüzden. En yakınların arasında, iş ortamlarında, ailen ve arkadaşların arasında bile birden çıkabiliyor karşına bu düşünceler.

İnsan çocukluğun o saf günlerini arıyor böyle zamanlar. Hayatta belki de en çok üzüldüğüm şey bütün bu olanlar arasında, çocukken sokakta yorgunluktan ölene dek top oynadıktan sonra kana kana içtiğim suyun, akşamına da kafamda hiçbir endişe ve düşünce olmadan uyuduğum uykunun tadını, bir daha hiçbir zaman tadamayacak olmak maalesef..

12 Temmuz 2018 Perşembe

DAHA CİDDİ NE OLABİLİR Ki?

'Bundan yüz yıl sonra hemen hemen hiç birimiz olmayacağız. Yalanlar, kavgalar, küslükler, barışmalar, yanlış anlaşılmalar, dedikodular, eğlenceler, ağlayışlar, gülümseyişler sevişmeler ve ayrılıklar; hiç bir şey kalmayacak geride.

Sanki "hatıra" denilen o sandığa kapatılmak üzere yaşıyoruz bu yaşamı. Alıp başımızı gittiğimizde bizi ne bekliyor? Bundan sonra bu serüven nereye gider, yollar nereye çıkar? Bilmiyoruz. Kalabalıklar arasında herkesin bir yere yetişme telaşı, onca koşuşturmanın sebebi biraz da bu olsa gerek.. Birilerine ve bir yerlere geç kalarak, o anı sandığına bir eksik parça daha bırakmak istemiyoruz.

Ve yolun sonunda da bu yaşamda var olmuş insanoğlunun bir zamanlar söylediği o cümleye çıkıyor bütün duraklar: "Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki? "

Çünkü insan biraz ölümlüdür, yaşamaktan usandığı kadar. Kim hatırlıyor ki şimdi, yağmurlu bir günde ve sonbaharın koynunda Ankara'nın ayazında o sabahı.

Kim anımsar ki, Bodrum'a yaklaşırken uçak fobisi eşliğinde ardında kalan şehirleri ve geride bırakılan koca bir ömrü. Begonviller de açmıştı hem. Bundan tam on yıl evvel daha ilk buluşmanın heyecanında iken söylenen aptalca ve çokça saflık içeren o konuşmalar şimdi kimin umurunda? Ah, Beyoğlu nelere şahitti!

Sevdiği bütün kadınların, başkalarıyla evlendiği adamların hüznü, dantel gibi işlenir geriye kalan hayatına! Kına geceleriniz, söz, nikah ve düğünleriniz geçince eve geçtiğinizde tüm herkes evine dağıldığında ve yalnız kalmışken hiç düşündünüz mü, hayatınız hayalleriniz gibi olacak mı diye?
Sarhoş çıkılan yollardan kalp acıları geçermiş, deneyimlediniz mi hiç?

Şehirler, ovalar, ormanlar ve denizleri aşınca başlıyormuş hem de sızılar.. Alanya'nın gün batımlarını hatırladınız mı peki, Antalya'nın o muhteşem ayışığının direkt yüreğinize işlediği oldu mu? Ya Burgazada'nın sarp kayalıkları ve buz gibi denizi?

Alaçatı'da hayata inananlar ne olacak?

Çanakkale semalarında bardaktan değil, ruhunuzdan boşalırcasına bir yağışa denk geldiniz mi? İnsan, her şeye alışır, her şeyi unutur ve insan biraz da ölümlüdür azizim.. Hepimiz aynı yeryüzünde sonu belli hikayelerin farklı figüranlarıyız, hepsi bu.

8 Temmuz 2018 Pazar

Yürümek

"Çocukluğum, yürümek demekti." dedi bir kız, bir gece vakti. "Babam, uzak yerlere gideceğimiz zaman bizi daima yürütür ve az kaldı, yaklaştık dayanın biraz daha derdi. Babamın yakın dediği yerler aslında hep uzaktı."

5 Temmuz 2018 Perşembe

Kuş Ölür

Geceler neden var? dedi.
+Rüyalarımızı ilmek ilmek örmek için olabilir mi, dedim.
-Belki de düşünmek için olabilir.
+Doğru ya günümüzde vakit yok buna.
Geçmişin hesaplaşması ve geleceğini hayal etmeyi de katalım.
-Katalım!
Neden peki siyah ve karanlıktırlar?
+Belki de her şey sadece siyah ya da beyaz değildir. Mesela ben geceleri daha berrak zihne sahip olduğumu ve yazabildiğimi keşfettim. Şimdiki gibi. Bundan mütevellit masmavi denizi ve gökyüzünü görebiliyorum etrafa baktıkça..
-Ya anılar?
+Bir gün hepsini unutacağımızı söylerler ya, yanlış. Hatıralar insanın zayıf noktasıdır. Çok seneler evvelinde kalan eşsiz bir ana dönmek için pahalı bir yolculuk gerekebilir.
-Yolculuk demişken peki ya bu yolculuğun sonunda istediğimiz yere varamazsak?
+Nereye varmak istediğine bağlı. İsterse insan bir uçurum kenarına da varabilir. Fakat bir kere başlarsan, çıktığın yolculuğun sonunda aradığı şeyin ne olduğunun yanında aslında kim olduğunu da keşfetmiş olursun.
-Nasıl yani?
+Yani insanın yaşadığı olaylar edindiği deneyimler ile kendi kişiliğini inşa eder ve yolun sonunda dönüp yaptıklarına baktığında “ben kimim?” sorusuna cevap verebilecek bilgiye de sahip olur.
-Zaman mı geçer, insanlar mı?
+Bu soruya uzun uzun cevap vermek isterim lakin geç oldu başka bir akşama bıraksak?
-Olur tabi.
+Füruğ ne demiş, aklının bir köşesine yaz.
-Ne demiş?
+Kuş ölür, sen uçuşu hatırla...

4 Temmuz 2018 Çarşamba

Yaşandığı gibi

Söylendiği veya hayal ettiğiniz gibi değil hiçbir şey değil mi, bütün çıplaklığıyla her şey yaşandığı gibi..

2 Temmuz 2018 Pazartesi

Hatırla

Bir zamanlar sonsuz özgürlüğün kollarında yapayalnız yağmurlarda yürüyor ve sevdiklerinin arasında kadehini aşka kaldırıyor, güneş tependeyken masmavi denizlerde ufka doğru yüzüyordun. Bunu anımsa. Göklerde süzülen şahindin, rüzgarlar öpüyordu omuzlarından, şen şakrak ve neşeliydin. Tarihi sokaklar, deniz kenarları, yemyeşil ormanlar sohbete doyulmayan kafeler, fasıllar, meyhaneler, danslar, düğünler, ağıtlar! Okumadığın bütün kitapları alıp okuyordun, sinemada yetişemeyip izleyemediğin filmlerin diskini bulup izliyordun, yeni şarkıları keşfetmek için konserleri ve albümleri kaçırmıyordun, umut doluydun; hayatı, insanları canlıları sevmekten yorulmuyordun.
Tanrı'nın insana bahşettiği mucize gerçekleşti sonra. İşlerden kafanı kaldıramadın, insanlardan uzaklaştın ve unuttun. Geçmişini, çocukluk düşlerini, nerelerden geldiğini, kayıplarını, acılarını, çok eskiden bir ailen olduğunu ve senden umutları olduğunu unuttun. Sevdiğin kadınlar oldu. Adamlar oldu. Bir zamanlar kahramanın olanlar gibi, onların yaptıklarını yaptın. Hayallerini, planlarını, yarınlarını unuttun. Bir zamanlar geleceğe ait düşler kurup elele tutuştuğun insanlar o birlikte dolaştığınız sahil kıyılarında, sokak aralarında başkalarıyla yürüyor çoktandır. Başka düşler kuruyor insanlar, sen unuttukça kendini. Sen duruyorsun gölgenin ardında. Zaman geçiyor. Savaşçıydın oysa kaybetmek değil unutulmak yaralardı ya seni. Artık sıra sende. Anımsa. Bir zamanlar kimdin neler düşledin. Nerelerdeydin, nerelere geldin? Soğuk tren garlarını, uzun otobüs yolculuklarını, uçsuz bucaksız deniz kıyılarını, unutulmaz tatil gecelerini anımsa. Anımsa ki kendini unutma. Unutma ki bir daha hatırlamak zorunda kalma. Hatırla! Sen kimdin aslında?

1 Temmuz 2018 Pazar

1 Temmuz: Adım Bir Hiç

Bu kaçıncı? Saymıyorum artık. Çok yaşlar düştü gözümden, bir o kadar da yaş ömrümden. Bir yenisi daha mı ekleniyormuş bugün? Nasıl mı? Fi tarihte başlayan hikaye, atalarımızın Makedonya diyarına göçmesiyle sürmüş sonra varoluş nedenlerim annem ve babam tanışmış birbirlerini sevmiş ve evlenmişler işin aslında. Altı yıl sonra ben doğmuşum.
Günün anlamına binayen sorular var. Kaç kez ağladığımı, kaç kez gülebildiğimi, ne kadar mutlu olup ne kadar çok üzüldüğümü, kaç zaman sustuğumu kaç kez uykusuz kalıp kaç sabahı sabırsızlıkla beklediğimi ve ne kadar zamanımın kaldığını hiç hesaplamadım. Onca kavga, hasret, yalnızlık! Öyle bir ölçü birimi olsaydı ne olurdu acaba? Ne çıkardı bahtıma? Ne çok emek vermişim de emeklerimin filizlendiğini görmüşüm ve ne çok çabamın boşa gittiğini seyretmişim şimdi umrumda değil. Otuzlu yaşların sonuna gelirken geriye bakınca doludizgin yaşanmış ve ucundan kıyısından biraz da ıskalanmış bir hayatmış gibi hissediyorum. Ve biriken iyikiler ve pişmanlıklar, omuzlarında tüm yükünce anlıyorsun. Yaşam göz açıp kapayıncaya.
Mutlu günlerimi yaşadığım tüm acıların içine sarıp saklıyorum yıllardır. Yalanlarınızı çok duydum, alkışlarınıza çokça şahit oldum lakin sizi tanımıyorum. Siz de beni. Uçsuz bucaksız sahil kıyılarında ölümsüzlüğe inanıp çok demlendim, senelerce dört duvar arasında son günümmüş gibiymişcesine yaşlandım. Şimdi geriye dönüp bakıyorum da bir rüya ne kadar sürerse o kadardı galiba.

Geçip gidiyorum gözlerinizin önünden işte. Biraz elem, biraz neşe. Biraz hüzün biraz tebessüm. Heeyt. Bugün benim doğum günüm. Hem sarhoşum hem de mutlu, hem yastayım hem de umutlu. Garip bir duygu geçmişe tanıklık etmek ve geleceği hayal etmek. Dört kelime var aklımda. Aşık oldum, yandım, kavruldum, ateşlerde yürüdüm. Beşte oluyor olabilir oyunlar ve rakamlarla aram yok. Bağışlayın. Aranızdan, tam ortanızdan ve yanınızdan geçtim yalnızca. Adım bir hiç. Kapkaranlık gecelerden masmavi düşlerin koynuna doğru bugün bir yaş daha doğdum, bir yaş daha büyüyor ve bir yaş daha ölüyorum. Ama her şeye rağmen yalnızlığı, ayrılıkları, kayıpları ve aşkı yaşattığın bu renksiz dünyayı bana armağan ettiğin için, Tanrım sana teşekkür ediyorum.

30 Haziran 2018 Cumartesi

Burgazada

Ada'yı boylu boyunca gören bir çay bahçesinde oturup yaşadığın şeylerin içinden çıkmak için etraflıca düşündükten sonra, hiçbir çözüm bulamadan kalkıp kendini sokaklara atmak ve kuş cıvıltıları ile rüzgarın okşadığı dalgaların sesine doğru yürümek.

Herşey kafanda kurduğun kadar güzel olmayabilir, acı verse de tekrar ayağa kalkabileceğin yenilgiler, tadılmamış zaferler ve sevgiler.
Ulaşılamayacak tepeler, kimsesiz geceler, iki yüzlü insanlar, sahte yüzler içinde mutluluğu arayışlar, bulamayışlar, tekrar tekrar arayışlar, yalnızlıklar, rüya gibi saatler, hatıralar, unutulanlar, hic aklından çıkmayanlar, kayıplar, ölümler, doğumlar, sessizlikler, emekler, terk edilişler, yasama sevinçleri.

Birden sustu düşünceler.

Ada'yı boylu boyunca gören bir çay bahçesinde oturup yaşadığın şeylerin içinden çıkmak için etraflıca düşündükten sonra artık geleceği bir kenara bırak dedi bir ses. Şimdinin güzelliğinin farkına var. Bunun için başka bir zamanın yok.

Kuş cıvıltıları ile rüzgarın okşadığı dalgaların sesine doğru yürümek.

Sanırım yaşamın en güzel anıydı şimdi. Tepeye doğru hislerime bir vapurun düdüğü eşlik etti. Kalpazankaya'ya on bilemediniz onbeş dakikalık yürüme mesafesi kala.

27 Haziran 2018 Çarşamba

Dündar

"Dündar, derin bir nefes aldı ve Semiha Hanım'ı kaybettik dedi. Belki son gecesiydi. Hasta yatağındaydı. Dündar derin bir soluk aldı ve devam etti; "Dile kolay 38 yıl birlikte bir yaşam sürdük. Aşkı, sevgiyi, mutluluğu, üzüntüyü, eğlenceyi ve kederi birlikte tattık. Sorunlar, zorluklar derken tabii hiç sorun olmadı da demek olmaz, her birliktelikte acı tatlı bir şeyler olabilir, ama bizimki bir aşk hikayesiydi. Allah razı olsun. Allah mekanını cennet etsin. Son günleri tedaviyle ve ilaçlarla dolu geçti lakin başaramadı. Zaten bu hastalığa başaran yok. İnsanın başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri bu hastalık. Gençliğimizi hatırladım Semiha Hanım ile acı haberi aldıktan sonra. El ele tutuşup ilk kez insan içine çıkışımız, sinemaya gittiğimizde elinin elimde terlemesi, Ihlamur Parkı'nda ilk çay içişimiz, ilk dondurma yiyişimiz, ilk sarhoş oluşumuz, ilk dans edişimiz, sevgililer günü, evlilik yıl dönümü derken ilk çocuğumuzun doğumu, işsizlikler, parasızlıklar, dibe vurup yukarı çıkmalar. Bir hayattır bazen, bir ömür. Semiha Hanım'ın sevdiği bir şarkı vardı. "Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak" Haklıydı, bak ben de kanserim, kanserin çaresi yok, kaç milyon kişi bundan yitip gitmiş.. Ben aslında son anımı merak ediyorum. Belki bir deniz kenarında birlikte güneşlendiğimiz denize girip soğuk bir gazoz içtiğimiz günleri hatırlayacağım. Belki de canımı alacak melek bunları anımsamama bile fırsat vermeyecek. Pek tabii yaradana kalmış bütün bunlar. Lakin yaşantımda bir ömre bedel olan Semiha Hanım'ı unutmayacağım, unutursam kalbim kurusun." Sabahına doktor elim haberi iletti Saat 8 gibi çocukları, en yakın camiye selasını verdi.

20 Haziran 2018 Çarşamba

Kaldım mı?

"Hadi aç hediyeni" derken gözlerindeki parıltıyı unutmak mümkün mü? Oğuz Atay, Tutunamayanlar!
Ne kadar mutlu ettin, anlatamam. İlhan İrem, "sazlıklardan havalanan" çalıyor o sevinç arasında. Sen de bana "Oğuz Atay gibisin! demiştin. Hani derdi ya Atay; "Çünkü ben babacığım, biraz da duygularımın 'romantik' bölümünü, sen kızacaksın ama annemden tevarüs ettim." "Annene düşkünlüğünü bak ne güzel açıklamış" dedin ya -seni anlatıyor bak- tebessüm ile hatırladım. Vüsat O. Bener'i de okumaya başlamışsın. Hegel'den, Kant'tan konuşurken, en sevdiğin şair kim peki diye sordun. Saatler son düzlükte dörtnala ilerlemeye devam ededursun canımız yolculuklar çekiyordu. "Belki otobüs gelir biner gideriz" dedim ya, dönmeyeceğimiz bir yer beğen dedin sen de! Başka türlüsü güçtü. Bir kaç yudum aldık kadehlerimizden. Tom Waits çalıyordu, bak dur ne dinleticem sana deyip Opus'tan Live is Life'yi açtım, kaset takılıyordu ara sıra, olsun. Sıradaki parça kalbi kırıldığı yerden bir daha onarılmayan bütün aşıklara gelsin dedik ya sen ya ben, geçmiş zaman, anımsayamıyorum.
Chris de Burgh'ten bir şarkı esnasında birer cigara sardık, iki nefese döndü başımız dünya durdu da duvarlar geldi üstümüze. Neşet Baba'yı açalım dedim sana. Gözümüzden bir kaç damla yaş süzüldü dinlerken. Ahmet Kaya ve Tanju Okan ile bitti şişe. Cemali'yi dinlemeyeli uzun zaman olmuştu. Renksiz hayaller dolu, dökülen gözyaşlarım diye başladı parça. Hayatın renksizliğine çizik attın pastel tonlarda!
Balkona çıktın akabinde başın dönüyordu, belli. Benim için hayat dursun şimdi dedin o yaşta, o gecede, o kafada. Üşüdün girerken içeri, hatırlatayım diye söze girdim; "Durmayacak!″ Lionel Richie ve Sting geçişleri fonda akıyordu zihnimizden. Sen üniversiteyi kazanmıştın o sene, son akşamdı, ertesi gün yola çıkacaktın, ben de kalacaktım bu bunalım şehirde, üryan. Askerliğime de vardı. Hayat tam orada başka bir yere doğru ekseni kayarcasına, avuçlarımın arasından uzaklaşıyordu sanki. Uyuduk sarılarak o gece, o net diğer her şey flu. Anılar gibi. Ertesinde not bırakıp gitmiştin. Notta "Seninle başka bir rüyada uyanmak ümidiyle" demişsin ve eklemişsin; "düşlerimde kal"

Kaldım mı peki?

10 Haziran 2018 Pazar

Yaşam Paradoksu

Geçmişin hala geçmediğine dair beylik laflar söyleyen bir adam tanıdım masaların birinde. Geçer dedim araya girerek. Hem de kanata kanırta geçer. Büyüklerimiz derdi ya zaman herşeyin ilacı. Şimdi büyüklerimizin o bir zamanlar gözümüze büsbüyük göründüğü yaşlardayım. Evet, zamanın küllendirmediği hiçbir acı ve hiçbir ayrılık yok. Bak ben de bir vakitler sevdim. Öyle güzel hatıralar var ki aklımın dehlizlerinde. Hangi birini anlatsam? Sonucunu? Farklı zamanlarda ve başka şartlarda belki ama şimdi ayrılmalıyız deyip usulca çıkıp hayatımdan gittiğini anımsıyorum. Teselli beklerken, müstehak sana dediler. Dedik o kadar sevdin. O seni senin onu sevdiğin kadar sevmiyordu. İnanamadım. Şimdi mi söylenir bu dedim. Insanların söylediklerine gözün sevdiğinden başkasını görmediğinde pek itibar etmezsin. Ne münasebet diye çıkışıp konuyu kapatırdım. Mevzubahis o olunca dünyayı karşıma alırdım. Uğruna dünyayı karşına aldığın günü gelir dünyanı başına yıkar. Saf acı. Tatmalısın. Gözlerimde yaş, kalbimde sızı, kafam güzel bir akşam. Unut onu dedi annem. Kendini topla ve hayatına devam et. Bense kolay mı sanıyorsun sen ne anlarsın deyip kırmıştım beni doğuran kadını. Sonra geçmişin geride kalacağını ve bambaşka hikayelerin yaşanacağını bilmeden o zamana kendimi kilitleyip içine kapamaya çok çalışmış sonunda yitirmiştim. Önce onu. Sonsuza dek annemi. Kalplere dokunanlar unutulmuyor bayım demişti bir keresinde o kadın. Onu da başkası sevmemişti onun sevdiği gibi o sevdiğinin bir başkasıyla evlendiğini anlatırken omuzlarımdaydı ve kirpiğinden süzülen yaşların acısını kendi tenimde hissetmiştim. O gün geçer demiştim. Hem de kanata kanırta geçer. Yaşam paradoksu. Bir zamanlar sevdiğim kadın da bir başkasıyla evlendi. Hiçbir zaman aynı cümlenin içinde geçmedik bir daha. O yüzden bana geçmiyor dedikleri acıyı ve düş kırığını kilometrelerce öteden tanıyorum. Olmuyorsa sebebi var olmasını zorladığının, çok arzuladığının. Kendini iyileştiremeyeni, kimsenin iyileştiremeyeceğini biliyorum bir de gecelerin iyi bir pansuman olduğunu. Dinle bak sessizliği, içinde kendini bulacaksın. Kendini bulmayı başardıktan sonra da kalbini yeniden umuda ve aşka açacaksın.

3 Haziran 2018 Pazar

Bir Yeryüzü Rüyası

"İçimde lise son sınıfın, son cumasının ince kederi var." diyordu Mükremin Abi. Kaç cuma geçti kimbilir? Yalnızlığın o kekremsi bir hüzününde cereyan eden yaz akşamlarını düşündüm bu cümleyi hatırlayınca.

Hiç bitmeyecekmiş sanıp bilye peşinde koştuğum mavi öğleden sonraları geldi aklıma. Top oynayıp terleyince kana kana su içtiğim haziran sıcakları. Yüzmeyi öğrendiğim Burgazada'nın soğuk suları. Karpuz ve bira iskelenin altında. Okulu kırıp kah Boğaz'a, kah Kalpazankaya'ya, kah Galatasaray antrenmanlarına, kimi zaman Veliefendi'ye, kimi zaman da İstiklal Caddesi'ne bambaşka dünyaları soluduğum ve o rüyalarda kaybolduğum yaz mevsimleri.

İnsanları tanımaya çalışan o naif adam. Herkesi kendi gibi sanan. Az ve öz insanı hayatıma alırken yaşadığım hayal kırıklarını düşündüm. Lisede İngilizce dersindeki o parlak zekalı genç tuttu elimden, ilkokulda okumayı ilk söken sarışın çocuğun yanına götürdü beni. Annem kahvaltı hazır diye seslendi. Babam hadi hazırlanın Yeşilköy Havacılık Müzesine gideceğiz kahvaltın bitirince dedi. İlk bisiklet sürüşümdeki heyecan ve bisikletten düşerken ki acı tenimdeydi. Sızladı biraz, dondurma yerken dişlerim. Uçurtmam takıldı tellere. Rüzgarlar öptü saçlarımı. Kızlar geldi gözümün önüne karşılarında saf duygularla heyecanıma yenik düştüğüm. Bir zamansız yeryüzü rüyasıydı bu. Benim içimde dünyanın bütün haziranlarından biriken ince bir keder vardı hep. Dilimde de, "Önümüz temmuz, önümüz ağustos nasıl olsa" diyerek insanlığı teselli eden Cemal Süreya'nın dizeleri..

27 Mayıs 2018 Pazar

HERHANGİ BİR ZAMAN

Herhangi bir yerde, herhangi bir zamandı.

Uzak ufukların rotasında seyreden gemilerin ve şehirlerarası vapurların hüznüne yaslamıştık ömrümüzün solgun akşamını. Anımsadın mı hani ay ışığı değmişti yanık tenine o akşam, deniz kıyısında. Bütün şehrin üstünü örtercesine, kalbi kırık bir şarkı derinden gelip uyutuyordu hatıraları. Yollar uzanmıştı bir de mesafeler aramıza bir de ellerimizden kayıp giden mevsimler. Dalgalar değerken sessizce kıyılara, saçlarını usul usul savuruyordu rüzgar. Saçlarından öptüm. Bir kaç kadeh daha devam ettik hayal kurmaya. Sarhoş olunca hayallerimiz sustun bir süre, ben gözlerinde kaldım. Suskunluğun bütün manzarayı aldı koynuna. Gülümsedin, sanki severmiş gibi. Gülüşünden öptüm. Kanatlanıp göğsümde ürkek bir güvercin, sanki uçup gidecekmiş gibiydi, gökyüzü parlament maviydi birazcık da mora çalıyordu. Üşüdük. Uzak ufuklarda rotasında seyreden gemilerin hüznüne yaslamıştık ömrümüzün o solgun akşamını. Herhangi bir yerde, herhangi bir zamandı.

20 Mayıs 2018 Pazar

BODRUM’DA AÇAN ÇİÇEKLER

Çünkü seninle nefes aldığımızı hatırladığımız Bodrum'da yaşamayı sevdim ben, hiç yürümediğim caddelerle sayende tanıştım, bak o gece Eskici'de geçmişi anımsadım.

Yorgo'nun yerinde sabahı karşılarken yaşanabilecek güzelliklerin de var olduğuna inandım. Bembeyaz evlerle konuştum, dertlerini dinledim bütün begonvillerin. Yüzdüğümüz koyların masmavi sularında butun günahlarımdan arındım. Sokağımızın başındaki plajdan topladım çakıltaşlarını.
Manavdan sipariş ettim sevdiğin envai çeşit meyveyi. Bitez'den Gümbet'e yürürken rakımı sıkıştırıp kolumun arasına balıkçı Haydar'dan taze balıklar aldım ikimize. Derya kuzusu bunlar diye diye üzerlerine su serpiyordu yine. Ortakent'te dalgalar öpüyordu o sıra kıyıları.

Göz göze geldiğimiz insanları selamladım yolda, hiç tanımamama rağmen. Kuşlarla konuştum, ağaçlara gülümsedim, balıklara göz kırptım. Bir zamanlar bütün yalnızlık öykülerini ve aczimi dinleyen Bodrum Kalesi'ne karşı kadehimi kaldırdım.

Dünyanın bütün yüklerini aldım omzuma, yeter ki değmesindi o güzel kalbine hiç bir sıkıntı.. Yel değirmenleri ve Zeki Müren şahitti. Saçlarının kokusunda esir kaldım, gözlerinin içinde kayboldum, kendime hiç dönmek istemedim, saatimi bileğimden söküp attım, telefonumu kapadım yanında vakit geçmesindi. Eğer yanında yaşadığıma deniyorsaydı ömür, o yaz hiç bitmesin istedim.

Ve o günler de boğulmayasın diye derin yaralarımdan hiç bahsetmedim sana çünkü varlığında açan çiçekler vardı.

13 Mayıs 2018 Pazar

Ana Gibi Yar Olmaz

Anneler Günü bugün, anılar arasından bir şeyler geliyor aklıma. 2001 sene. Ankara Mamak. Askere gitmişim. Sabah 4 kalk. Akşam 9 koğuşa çekil. Kar, kış kıyamet. Cep telefonu yok. Sosyal medya öyle facebook ınstagram hak getire. Telefon kartı henüz çipli değil. Kaset bantını sarardık pritle o dönemki telefon kartlarına yapıştırır telefon kulubesinde cebelleşir bir kaç dakika ve bedavadan 100 kontor yüklerdik.

Kemal vardı koğuşta yanık sesli. Acemiliğin ilk günleri. Solcu. Türkü repertuarı geniş. Ahmet Kaya zaten askerde en çok dinlenen. Uzak ufuklara otobana ve özgürlüğe giden bir tepe var akşam yat verilince gizlice oraya kaçardık. Kemal söyler biz gözler nemli. Uzaklara dalardık. Ben ketum. Kendimi tutarım. Ama koyverdim bir gece. Kemal yanık sesiyle okudu Ahmet Kaya'dan. O başladı şiiri ben okudum.. Beni burada arama. Arama anne. Kapıda adımı, adımı sorma. Saçlarına yıldız düşmüş. Koparma anne ağlama. Ne garip duygu şu ölmek. Öptüğüm kızlar geliyor aklıma. Bir açıklaması vardır elbet. Bağışla beni güzel annem. Oğul tadında bir mektup yazamadım diye. Kızma bana. Elleri değsin istemedim. Gözleri değsin istemedim. Ağlayıp kokluyacaktın. Belki bir ömür taşıyacaktın koynunda. Yaşamak ağrısı asıldı boynuma. Oysa türkü tadında yaşamak isterdim. Ölmek ne garip şey anne.. Bir solukta okudum, yağmur başladı. Bizim beş kişilik tayfanın gözleri ağlamaklı. Herkes koğuşlara giderken telefon kulübelerine koştu. Annesine iyi akşamlar dilemek için. Biri sıra beklerken ulan dedi "sesini değerlendir ne içli okudun öyle bilader ama haklı be Ahmet abi, oğlum kiymetini bilmemiz lazım valla billa ana gibi yar olmaz!"

Ben de sıradaydım aradim anamı iki kelam ettik hal hatır. İyimiş. Haftasonu ziyaretime gelecekmiş.

Seni Yitirmek

Bir zamanlar çok severken, ellerinin arasından kayıp giden insanı kaybetmenin tarifsiz acısını daha derinlerinde hissetmemek için kendini kendinde bırakmayıp dağıldıkça ve şimdiki haline geleceğini bilmeden toparlayamaz sanarak parçalarını etrafına saçtığında yeniden başlıyormuş hayat. Her yenilgide küllerinden yeniden doğmanın insanın kader taşlarını dizmek için olduğunu anlıyormuşsun. Aldığın dersleri ve mağlubiyetlerini takip ederek ulaşıyormuşsun büyümeye. Her yıkılışın aslında yeniden ayağa kalkman için, her terk edilişin yeniden sevmen için. Yalnızlık dahil. Kimseye ihtiyaç duymadan. Kaybederken, kaybettiği yerden başlayarak buluyormuş meğer kendini insan. Çok sonra avuçlarınızın arasından kayıp giden insana yeniden rastladığınızda o vakit diyebiliyorsunuz, her şeyin bir zamanı vardı. Benliğime kavuşmam için seni yitirmem gerekiyormuş.

6 Mayıs 2018 Pazar

Umarım

Umarım hayat sana bir ömür boyunca yanında olacak ve omzuna başını yaslandığında huzur bulacağın kişiyi geçmişinde nasıl kaybettiğini gösterir.

29 Nisan 2018 Pazar

Anılarla, hayal kırıkları arası bir yerdeyim

Annem sabah namazına kalkar önce Allah'a, çocuklarının istikbali ve ailesinin dirliği için dua eder, manevi sorumluluğunu yerine getirdikten sonra saat beş gibi işe gideceklere kahvaltı hazırlamaya, çayı demleyerek başlar, kısıtlı imkanlarla doldurulmaya çalışılmış buzdolabındaki malzemelerden harikalar yaratırdı. Aile hayatımızın var olduğu zamanlarda en sevdiğim şey şüphesiz annemin tebessüm dolu yüzü ve sabah kahvaltılarıydı.

Babam deri işinde çalışırdı. Günde on veya onbeş mont diker belki de vitrinlerde gördüğünüz o cafcaflı pahalı şeylerin bir kısmını o imal ederdi. Ben henüz 15 yaşındayken bizim apartmanın boyundan çok borca, babamın insanlara güvenmesi yüzünden batmıştık. Ortak iş yaptığımız yakınlarımız dahi bize kazık atmıştı. İcralar, hacizler, kuru soğan ekmek.

Seneler çok zor geçti.

Hayatımı aileme yardım etmekten ibaret gören benim için gelecek hayaldi artık. Bir yar ile elele tutuşmak, sinemaya gitmek, bir çay içmeye sahil kıyısına inmek bile lükstü. Çünkü çay ücretini ödeyecek param bile yoktu. Beş seneye yakın sürdü. Araya çok ama çok zor biten bir askerlik ve sabah yediden gece ikilere dek çalışılan bir hayat girdi.

Birini sevdim o sıra. Öyle güzel, öyle benleymiş gibiydi ki; onu rüyalarımda görmek için bile dua ederdim. Geçen her an, bu ölümlü yaşamda biriktirdiğim en güzel anılardı. Fakat yolumuz hiçbir yere çıkmadı bir gün. Ayrıldık.

Annem öldü bir gece.

Dünya başıma diğer bütün galaksileriyle beraber yıkıldı. Öldüğü gece hastanedeydim, Durum kritik bir kaç saate kaybedebiliriz diyen doktorun gözlerine bakıp çok ama çok küçük bir ümit aradım. Donuk ve manasızca öldü dedi. Yağmur yağıyordu dışarıda, ıslandım. Şiddetli ağladım. Alkolle yıkandım, acımı dindirebilmek için. Şehirler dolaştım. Kendimi aradım. Yollarda kayboldum. Tamamen kaybolmak istedim yeryüzünden. Hiç kimseyi görmeye tahammülüm yoktu. Kendimi bile. Uçsuz bucaksız bir uçurum kıyısına gelmiştim. Ben dayanılmaz her şeye dayanabilmiştim. Dayanmayı öğretiyormuş meğer hayat! Nen var demiştin ya, gözlerime değil de uzaklara bakıyorsun neden? Anılarla, hayal kırıkları arası bir yerdeyim. Sana bakarken uzaklara dalıp gitmem bu yüzdendi, bil istedim.

22 Nisan 2018 Pazar

Bazı Anlar

Bazı anlar öyle bir geçer ki. Hatırası kalır geriye. Şiirlerde, şarkılarda, filmlerde veya bir kitabın sayfalarında çıkar karşına. Dün gibidir.

Bazı anlar öyle bir kalır ki, izleri tazedir hep, bugüne aitlerdir.

Rastlamana gerek kalmaz hiçbir yerde, yaşaman yeterlidir.

25 Mart 2018 Pazar

Avustralya

Babam gemiciymiş gençliğinde. Şehirden şehire, ülkeden ülkeye. Geride küçük çocuğu, eşi. Annesi, babası, kardeşleri. Geçenlerde bir filme denk geldim. Başrolde Tarık Akan ve Necla Nazır oynuyordu. İmkansızlıklar içinde birbirini seven bir çift. Esas oğlan matbaacı, kız çiçekçi. Tanışıyorlar. Birbirlerini seviyorlar. İmkansızlıklar içinde, evleniyorlar. Ancak hayat şartları zorlu. Erkeğin hayali, Avustralya'ya gitmek. Evlenmeden çok önce başvurmuş. Evlendiğinden kısa bir müddet sonra onay geliyor, kabul ediliyor. Artık tek amacı eşiyle beraber gitmek. Avustralya, bakir kıta! Öyle güzel, sıcacık hayalleri var ki; "gideceğiz hayatımızı kurtaracağız, güzel bir yuvamız çocuklarımız olacak ve mutlu bir geleceğimiz" gibisinden. Gidemiyorlar film sonunda.
Hikaye tanıdık geldi. Çok tanıdık. Rahmetli annemle babam da aynı şartlarda evlenmiş. Babamın başvurusu o zamanlar kabul edilmiş ancak büyük annem, babam işteyken gelen başvuru kağıdını saklamış ve sonra da ortaya çıkar endişesiyle yırtmış. Ne tuhaf oldum bu hikayeyi ilk dinlediğimde. Babam gemiciydi ve oradan oraya savrulurken kendi iç dünyasını küçük defterine sığdırmıştı üstelik. Günlük tadında. Bundan kırk yıl öncesi sanırım. Şiirler, limanlar, hasretler, yalnızlıklar. Ve elbet hayal kırıklığı. "Avustralya'ya gidemiyorum, başvuru sonucu gelmedi" yazmış. Sandığın içindeki tozlu kağıtları, evrakları, resimleri karıştırırken buldum. Iskalanmış ve yaşanılması unutulmuş bir hayat. Defterin satırları, göz yaşlarımı burktu. Neden yazdım bilmiyorum ama paylaşmak istedim."

25 Şubat 2018 Pazar

Yakamoz

“Güneşi avucuma dikip mayın tarlalarının içinden, çocukluğumdaki düşlere yetişmek ister gibi koşarak geldim bir pazar günü sana. Masumiyetinden damlayan yağmur tanelerini örttüm üzerime, sıkıca sarıldım yakamoza borçlu olduğumuz ilk geceye. Gün yüzünü artık gül yüzüne çeviriyor ay parçam, o günden sonra her pazar, sessizce büyürken sen içimde.”

“Ben yazdım”, dedim. Nasıl olmuş?

Bir yandan kahveyi pişiriyor, bir yandan bana geçen bütün günün hikayesini soluksuz anlatmaya çalışıyor, bir yandan da endamıyla büyülüyordu. Arkası dönük izliyordum oturduğum yerden büyülü güzelliğini. Bir sigara yaktı.. Çok güzel bayıldım, dedi yeni mi yazdın? Ve cevabımı duymayı beklemeden "Aşkım dur söyleyeceğim fakat Beyoğlu’nda Ceylan Ertem konseri varmış yarın, Yıldızlararası vizyona girmiş, şirkette bugün sorma neler oldu, annemler gelecekmiş hafta sonu bu arada bize, hadi yapayım kahveyi de, dizimiz başlar birazdan izleyelim derken lafını böldüm ve "sesinden ısırmak istiyorum şimdi seni" deyiverdim.

Nasıl bir tatlı tebessüm oluştu dudak sızısında, anlatamam.

“Gözlerinin kalbime baktığı o yerde öyle derin bir sen var ki” dedim.”Bana bunları işte o yazdırıyor..” Dolu dolu gözlerle, "Ahhh canım sevgilim” dedi. “Ağlatcan beni o nasıl bir cümleydi öyle. Seni çok seviyorum adam. Aklının alamayacağı kadar çok be.” Hiç kimse bana bu kadar güzel ve içtenlikle "seni seviyorum" dememişti o güne kadar. O'na bir kez daha aşık olduğumu fark ettim sonra...

31 Ocak 2018 Çarşamba

KENDİME GİDİŞ BİLETİ

Bazen sırf toplum nezdinde daha iyi hissetmek adına, istemediğim şeyleri yaparken buluyorum kendimi. İstediklerimi yaptığımda karşılaştığım hissiyata, tam tersi durumdayken ulaşamıyorum. Yıkıcı kurallarla dolu değişen toplum normlarının, günümüzde kaotik baskıcı ve katı siyasal iklim ile körüklenmesi sebebiyetiyle yaşamsal buhranlar ortaya çıkıyor nefes almaya fırsatım kalmıyor. Kendini ne kadar, ne ile, nasıl ifade edebilir ki insan, sanal hikayeler ve görsellerle mi, yazacağı cümlelerle mi yoksa karşısındaki insanın gözlerinin içine bakarak sözlü olarak mı? Ne gibi koşullarda mücadele ettiğimi bilmeden, geçmişimden bugüne hikayemi dinlemeden, ön yargılar bulup cımbızla kendisine ters gelen davranışlarımı değiştirmeye ya da reddetmeye meyilli insanlara ne anlatılabilir?

Onaylanma çabasıyla tüketilen günler, aylara, aylar da yıllara dönüşürken hesabın sonunda ömre bedel oluyor. Her manada hak ettiğinden azını kazandığın hayat koşulları seni başka hikayelere sürükleyedursun, canım Tezer Özlü, tam da bu noktada; "Onayladığınız yanıtlar yalnızca bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin medeni durum dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiç bir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. istediğiniz düzeye erişmek o denli kolay ki! Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki." diye ifade ediyor bu eşiği. Hayranım bu kadına. Toplumumuzca insan öldükten sonra değer görüyorken, sokak edebiyatı dergileri ölü seviciliğe bu denli rağbet edilmesine zemin sağlıyorken, uzaklardan bir yerden düşen bu cümleler, beynime bir balta gibi iniyor.

Değer yargılarınıza verdiğiniz biçimlerden ırak ve bağımsızım cesareti düşüyor avuçlarıma. Biçimsizlik! Uzak bir dünyaya bakış oluyor busize göre. Canımsınız. İşe vaktinde gel, söylenenleri yap, aldığınla geçin, evini geçindir, faturalarını düzenli öde, geciktirirsen devlet baba affetmez elinde avucundakileri de alır yoksa! Aile misafirliklerine git, uyumlu ve örnek bir insan ol, herkese iyi davran, canını yakanları affet, hataları bağışla, sana biçtiğimiz rolü oyna. Senin bir ömürlük rolün de bu. Programlanmış, dayatılmış birey olma sorunsalı.

Sanal dünyanız sizin olsun. Manasızca oturup Ezel'i 1.bölümünden itibaren izleme isteği uyanıyor benim içimde. Dinlemediğim bütün şarkıları, türlerine göre bilmek öğrenmek istiyorum. Okumadığım binlerce kitap var neresinden başlasam derken, zamanı tutamıyorum. Öyle güzel filmler ıskaladım ki ne zaman izleyeceğim bilmiyorum. Gitmediğim tiyatro oyunları var, görmediğim sergiler. Hiç bilmediğim deniz kıyıları ve şehirler var yosun kokusuyla uyanmak istediğim, kuş sesleri altında yürümek istediğim ormanlar var, peki bunları yapacak kadar zamanım var mı?

Bir varoluş sancısı duyumsuyorum hücrelerimde, sizin baktığınız yerden nasıl görünüyorsam size göre o olabilirim, ama ben o sandığınız kişi değilim hiç olmadım. Belirsizlikler arasından belirir insanın asıl varlığı ya ben de sınırları keşfetmekten bahsediyorum. Denizin derinliklerinden, dalga seslerinin uğultusundan, ağaçların suskunluğundan, çocukların pervasızca koşuşturmalarından, hayallerine doğru kırıklarını göze alarak gitmekten! Kendi boşluğumu dolduracak, kendi doluluğumu boşaltacağım böylece. Yeni acıları yeniden göze alacağım, kabuk bağlayan yaralarımı koparacağım, uyum sağlamamı istedikleri yaşamın özlemini duyacağım. Hayatı sevmem zaman aldı. Sevginin varlığını, bir insanı sevmekle anlaşılmaya başlanan sevgi hissinin varlığını öğrenmek çok zaman aldı. Şimdi, tapulu mülklerinden, eşyalarından, araçlarından, yaşamlarını bağladıkları kağıt parçalarından  arınmak da zaman alacak! Nereden geldiğimi artık hatırlamıyorum, nereye gittiğimi biliyorum yalnızca, kendime!


Önder Deniz Çavuşlar