14 Haziran 2017 Çarşamba

Varlığında Açan Çiçekler

Çünkü senin nefes aldığın şehirde yaşamayı sevdim ben, hiç yürümediğim caddelerle bu sayede tanıştım, kaldırımlarla konuştum, dertlerini dinledim bütün sokak lambalarının. Oturduğun sokağın başındaki bakkaldan almaya gayret ettim sigaramı. Mahallendeki manavdan sipariş ettim sevdiğin envai çeşit meyveyi. Yoksa da sıkı sıkı tembihledim. Balıkçı Haydar'dan taze balıklar aldım. Derya kuzusu bunlar diye diye su serpiyordu ben dükkanına geldiğimde üzerlerine. Göz göze geldiğimiz komşularını selamladım sonra, hiç tanımamama rağmen. Kuşlarla konuştum, ağaçlara gülümsedim, çiçeklere göz kırptım. Bir zamanlar bütün yalnızlık öykülerini ve aczimi dinleyen Galata'ya karşı kadehimi kaldırdım.

Dünyanın bütün yüklerini aldım omzuma, yeter ki değmesindi o güzel kalbine hiç bir sıkıntı.. Saçlarının kokusunda esir kaldım. Gözlerinin içinde kayboldum, kendime hiç dönmek istemedim, saatimi bileğimden söküp attım yanında vakit geçmesindi. Eğer yanında yaşadığıma deniyorsaydı ömür, hiç bitmesin istedim. Ve boğulmayasın diye derin yaralarımdan hiç bahsetmedim sana, çünkü varlığında açan çiçekler vardı..

Önder Deniz Çavuşlar

10 Haziran 2017 Cumartesi

Uçsuz Bucaksız Sandığın Hayat

Sonsuzluğa inandığın, muhteşem günbatımlarını hatırladın mı?

Mutluluk rüyasına o huzurlu akşamlarda inanmıştın. Bodrum'un o büyüleyici maviliğinin koynunda, cennette gibi, hiç bitmeyecek düşler gibi. Ama hayat bu, hep istediğin gibi olmuyor!

Peki, ansızın uçurumlarla tanıştığın günleri anımsıyor musun? Hiç iyileşmeyecek sandığın yaralarını sabırla, için oyula oyula sardığın pansuman gecelerini unuttun mu yoksa? Yalnız başına işsiz güçsüz dolaştığın ıssız sokakların, senin kadar yaralı kaldırımları şahitti bir zamanlar ruhundaki tahribata! Sesin içine akmış, gözlerin kanamıştı o vakitler ağlamaktan yastığına. Kayıpların; maddi, manevi ardı ardına, daha en acısını yaşamamıştın oysa. Sevdiklerini toprağa gömerken bu dünyanın öbür yüzünü görmeye başladın, yüzsüzlüğünü, adaletsizliğini tanıdın. Peki ya lime lime çekildiğinde etlerin, kırılırcasına mı acıdı mı kemiklerin?

Herkesin hayatı kendi doğal akışındayken, sen olduğun yerde duruyordun, kışları değil yazları üşüyordun.

Bunca elem fazlaydı! İncindiği kadarmış insanın yaşama dair küskünlüğü. İnanmaktan yorulduğun, yaşamaktan usandığın günler kanırta kanırta da olsa bir gün geçecek dediler, inanmadın mı hiç? Bilmiyordun değil mi? Tünelin ucunda bir ışık beliriyor, bir kabustan hiç beklemediğin bir anda. Uyanıyorsun.

Umut etmeyi hatırlıyor muydun?
Sevmeyi? Sevilmeyi? Renkleri?

Ruhuna iyi gelen şarkıları, defalarca izlemekten bıkmayacağın o filmleri bir kere daha seyretmeyi, sevdiğin yazarların kitaplarını tekrar tekrar okumayı, şehrin en kalabalık caddelerinde dolaşmayı, deniz kenarında bir bankta oturmayı, martilara simit atmayı ve kıyı boyunca yürümeyi ve koşmayı, eğlencenin dibine vurmayı, denize karsi güneşin battığı akşamlarda kendini kaybedene dek dans etmeyi, kadehleri kederle değil keyifle içmeyi? Dizlerin üzerine çökmüşken, bir daha ayağa kalkacağını hiç düşünmediğin anların birinde oldu değil mi? Elinde rengarenk balonlar... Farkında değildin lakin, bütün yaşadıklarına, yeryüzünün en sert rüzgarlarına, dayanılmaz acılarına karşı ayakta durmayı başardığın gün hissettin. Ama şimdi daha iyi anlıyorsun değil mi? Uçsuz bucaksız sandığın hayat meğer bir ömürlükmüş.

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Mutluluk

Saçlarına iliştirmek için eğilip tam bir çiçeği koparacaktım ki, elinle elime dokunup bırak kalsın dedin, bak o orada böyle daha mutlu. Mutluluk kelimesinin ne anlama geldiğini o gün anladım.

28 Mayıs 2017 Pazar

Pazar Kayıntısı

Yeter ki boş kalmasın kadehler, yine bulunur içmek için sebepler...

Kıyıya varamayan bütün aşklara. Mesafeler hep uzak sevgili aslında. Yoklukları adına kurulan masalarda. İlk kadehler, gidenlerin şerefine kalksa da. Fonda çalan şarkıların hepsi kaybettikleri için sonsuza dek söylenir kalanlara.

14 Mayıs 2017 Pazar

Benim Annem, Bir Melekti Yavrum!


Beni kolay doğurmamışsın hep öyle derdin hem ebe filan gelmiş ters dönmüşüm bu yalan dünyaya gelmemek için epey zorlamışım seni, hastane filan hak getire, ne sıkıntı çekmişsin, anlattığında tuhaf olurdum, kızarır bozarırdım, üzülürdüm hatta neden sana böyle acılar çektirdim diye. Sonra sütten kesilmen uzun sürdü dediğini anımsıyorum. Konusu açıldığında, daha dünyaya gelmeden sana ne zorluklar çektirdiğimi düşünürdüm. Boynu bükük ve mahçup bir sızı orası.

Beş yaşındaydım. İstanbul'da tarihin en yoğun kar yağışı yaşanmıştı. Çocuktum sonuçta, yaşıtlarım sokaktaydı. Ben de çıkmak istiyordum. Ama "yavrum üşürsün, olmaz bugün" demiştin.
Pencereden arkadaşlarımı izlemiş, dışarı çıkamamış sana küsmüştüm. Ama o gün canını dişine taktın bana kalın mavi renkli hemde önünde kardan adam figürü olan bir kazak ve eldiven diktin. O gün dışarı salmadığın için küs olan ben, ertesi gün doyasıya kartopu savaşı yapmıştım arkadaşlarımla. Hem sıcacık kazağım ve eldivenlerim vardı. Çok mutlu etmiştin beni... Okula başlayacaktım. Artık yedi yaşındaydım. Ama korkuyor ve çekiniyordum insanların arasına karışmaktan! Ortama adapte olamayacağımı anladın. Annelik içgüdüsü! Öğretmenimden izin alarak benimle birlikte aynı sırada oturdun. Günlerce. Sonra alıştım. Karıştım hayata.. Kimliğimi yenilediğimiz günü anımsıyor musun? Lise yıllarıydı, hani düğüne gider gibi briyantin sürmüş, süslenip püslenmiş yeni aldığın gömleğimi giymiştim. Zaten sakalım da çıkıyordu, mahalledeki stüdyo tuğba tanıdıktı üç beş kuruş indirim yapar ümidiyle oraya gitmiş işimizi halletmiştik. Geçenlerde kimliğimi yenilemeye gittiğimde anımsadım, çekindiğim resme baktım hafif seyrelmiş saçlar, kesilmekten bıkmış sakalım ve birkaç beyaz saç. Milyonlarca yıl geçmiş gibiydi. Nüfus suretime göz atarken bir şey dikkatimi çekti. Anne adı karşısında sen vardın.

Lise dönemimde bir de sokağımızın en güzel kızına sevdalanmıştım. Bilirdin benim, içe dönük sıkılgan ve kırılgan hallerimi. O kızı çok sevmiştim. Ona karşı beslendiğim ve büyüttüğüm her ne varsa biliyordun ve görevinin yaşayacağım hayal kırıklığıma karşı beni dik tutmak olduğunu da.

Askere gittim. Ki beni tanıyordun. Hayata karşı inanılmaz yaralı biriydim, zor bir çocuktum. Beni her hafta ziyarete geldin. Memleketin doğusu, batısı fark etmedi. Senle birlikte askerlik yaptım nerdeyse. Komutanımla tartıştığını anımsıyorum. Bir gün komutanım sudan sebepten bana bir tokat vurmuştu da telefonda hesap sormuştun. "Ne oldu, yavrum çabuk söyle, yıkarım başlarına askeriyeyi" diyerek. Ben hala dünkü toy çocuk "Annem, komutan bir kaç fiske vurdu sadece mühim bir şey yok" demiştim. Dinler mi hiç melek! Sabahına damladın. Komutana fırça attın! Sayende evci iznine çıkarıldım. Sayende sana özlemimi giderdim, bir nebze.. Askerden döndüm, tek hayalindi evlenip yuva kurmam. "Torunumu alayım kucağıma başka ne isterim ki, mutluluğunuzdan başka" derdin. Hayatıma girenler oldu çıkanlar oldu. Hayatıma girip hiç çıkmayanlar oldu. Her seferinde bir şeyler yanlış gittiğinde tatlı tatlı uyardın "Seviyorum, karışma anne" dedim hiç bıkmadan "Sen ne anlarsın ki?" Mağrur olmak büyük yalan. Terk edildim. Sonunda sen haklı çıktın. Ben yanıldım. Ama onca hatama rağmen "Olsun yavrum; hayatı böyle öğreneceksin işte" dedin. Yaralarımı sardın.

Babam iflas etmişti. Çorba, soğan ekmekle uzun bir müddet geçinmeye çalıştığımızda, ailemizi ayakta tuttun. Sanki saraylara layık sofralarmış gibi sundun bizlere yemekleri, hiç fark etmedik.
Yirmi beşimdeydim. Işıltılı gecelere kaptırmıştım kendimi. Yüzünü görmüyordum bile günlerce. Eve uğradığımda, "Özledim seni yavrum, nerede kaldın gözüm yollardaydı" derdin. "Offf sıkma beni, tamam anne anladım, unut beni, artık böyle" derdim. "Büyüdüm ben artık. Alış" bir de. Oysa hiç büyüyemedim.

Alışırmış gibi yaptın.

Evimiz mevlütlerden geçilmezdi. İzdiham olurdu her düzenlediğin merasim. Sorduğumda," Oğlum bir gün biz de geçip gideceğiz dünyadan, sakın dualarını o zaman eksik etme olur mu?" derdin.
Anneni erken yaşta kaybettiğin için, "özellikle ve özellikle" Kibariye'nin söylediği "Eller kadir kıymet bilmiyor, anne senin kadar kimse sevmiyor anne" şarkısında için için ağlardın öyle çok ağlardın ki o şarkıyı duyduğumuz yerde kapatırdık. Kasetini bile saklamıştım açıp dinleyip üzülmeyesin diye. Kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordu o an..


Bir gün, ansızın fenalaştın, doktorlara gidildi, kanser dediler. O neydi ki? Durum ciddiymis meğer. Ameliyat dediler. Ameliyat oldun. Taburcu oldun. İyileşecek dedi, doktorlar, iyi olamadın.
Zira doktorlar bütün müdahaleleri yapmıştı ve eve göndermişlerdi. Bir gün fenalaştın. O gün ambulans geldiğinde, bakışlarını unutamam. Son kez baktın hayatının geçtiği, bizi büyüttüğün evimize sanki hiç donmeyecekmis gibi. Dönmedin.

Yağmurlu bir akşamdı hastaneye kaldırdık. "Görebilir miyim" demiştim doktora. Zorla izin verdi. Oylece uzanıp derun bir uykuda uyuyordun. "Nasıl olacak?" "İyi olacak" demişti doktor. Ama o gece eve gitmemizi söyledi. Ben kaldım. Gece dörttü. Yağmur yağıyordu. Hastane koridorlarında volta atıyordum. Dışarı çıktım sigara içmeye. Derken telefona bakan çocuk, beni çağırdı resepsiyondan. "Doktor acil seni istiyor" dedi. Koştum dört kat. "Üzgünüm, kaybettik annenizi" dedi doktor hanım. Ne kolay söyledi. O gün dünya başıma, bütün galaksi sistemiyle birlikte yıkıldı. Bileklerinizi kör testereyle doğradığınızı, bütün kemiklerinizin bir kazayla uçurumdan düşerek kırıldığını, kendinizi yüksek bir gökdelenden aşağı bıraktığınızı ve çocukken korkarak uykunuzdan sizi uyandıran bütün kabusları ve karabasanları düşünün. Toplasanız yanında hiç kalır.

O göğün delindiği son gün geldi. Seni toprağa verirken son görevimizde ebedi istirahatgahına o çukura indim. Tek düşüncem, "nasıl yatacaksın burada, üşür müsün" acaba idi. Sonra üstünü örttük topraklarla. "Nefes alamaz ki annem dedim!" İnsanlar benden gözlerini kaçırdılar.

Sonra çiçek oldun, bahar oldun, güneş oldun, toprak oldun.. Sonra ırmakların kıyısına gittin, bin bir türlü çiçeklerin açtığı yere, deniz kıyılarına. Cennetti değil mi gittiğin yer; hani masmavi her yanı, okyanuslar, gök kuşağı, çiçekler, ırmaklar, şelaleler, yemyeşil ovalar, mutlu insanların olduğu yer, değil mi?

Bugün hiç unutmadığım yerimden anıları anımsadım. Toprağını okşadım. Dallarında çiçekler açmıştı yine, güneş yüzüne vuruyor gibi, yağmurlar alnından öpmüş gibi. Sonra seninle konuştum. Duydun mu? Beni duydun mu anacığım? Ben seni duymadım, duyamıyorum. Rüyalarımda bile görmüyorum. Şimdi hayal mi oldun sen melek, bir düş.


Çok uzakta bir düş! Ne görüyorum ne ölüyorum... Ama bil ki, seni çok özlüyorum.
Anlatacağım çok şey var, buluştuğumuza saklıyorum, o zamana dek rahat uyu meleğim, Yanına ilk geldiğimde yine fısıldayacağım.. Kısmet olur da; bir çocuğum olursa. O'nu bir gün başucuna getireceğim ve o dünya tatlısına o gün: "Burada bir tarih yatıyor. Bir gerçekten düşe dönüşen ve anılarda saklı rüyam sonsuz uykusunda uyuyor diyeceğim sonrası biliyor musun benim annem, bir melekti yavrum diye ekleyeceğim.."

28 Nisan 2017 Cuma

Yağmur Damlası

Sen bir bulutun gökyüzüyken,
şüphesiz ben kaderi yeryüzüne düşmek olan
bir yağmur damlası..

Önder Deniz Çavuşlar

26 Nisan 2017 Çarşamba

Herhangi bir zaman

Herhangi bir yerde, herhangi bir zamandı.

Uzak ufuklarda rotasında seyreden gemilerin hüznüne yaslamıştık ömrümüzün solgun akşamını. Anımsadın mı? Hani ayışığı değmişti yanık tenine. Bütün şehrin üstünü örtercesine, kalbi kırık bir şarkı derinden gelip uyutuyordu hatıraları. Yollar uzanmıştı bir de mesafeler aramıza. Bir de ellerimizden kayıp giden yaz mevsimi. Dalgalar değerken sessizce kıyılara, saçlarını usul usul savuruyordu rüzgar. Saçlarından öptüm seni. Bir kaç kadeh daha devam ettik hayal kurmaya. Sarhoş olunca hayallerimiz sustun bir süre, ben gözlerinde kaldım. Suskunluğundan öptüm seni. Gülümsedin, sanki severmiş gibi. Gülüşünden öptüm seni. Kanatlanıp göğsümde ürkek bir güvercin, sanki uçup gidecekmiş gibi. Gökyüzü parlament maviydi. Uzak ufuklarda rotasında seyreden gemilerin hüznüne yaslamıştık ömrümüzün o solgun akşamını. Herhangi bir yerde, herhangi bir zamandı..

23 Nisan 2017 Pazar

Teselli İkramiyesi

Çok uzaktan geçen gemileri seyrettik. Deniz bir adımımız kadar yakın, bir ömür uzaktaydı. Göğe baktık, ufuk çizgisine sonra. Biraz içtik, gökyüzünden. Yaşadığımızı anımsatan teselli ikramiyesi gibiydi sanki o gün hayat. Bu kalabalık kentte ve bu sıkıcı akşam vakti bilmeni istedim.

15 Nisan 2017 Cumartesi

Her şey bir fotoğraf karesinden ibaret

Bazı kalpler hiç unutamadıkları bir yara ile yaşlanırlar. Evren, sunduğu fırsatlara bir yenisi eklemekte cimridir çoğu zaman. 'Son bir şansım vardı onu da ben harcadım' kanısına insan buradan kapılır. İmlası bozuktur çoğullukla yazgının. Tanrı büyük bir senaryonun sahibidir. Ve rolleri eşit şekilde hiç bir zaman dağıtmaz. Velhasıl, inanç, Tanrı'nın elindeki en büyük uyuşturucudur.

İnsan senaryosu belli bir filmin içinde, kendi hikayesine yön vermeye, iş güç geçim ve yaşamın zorlukları ile debelenmeye, bin bir güçlükle baş etmeye çalışır lakin yalan o kadar da güçlü değildir. Topraktan yaratılan bir beden ne denli ayakta durabilir? Makus talihini yaşarken bir mucize bekleme isteğimiz belki de bu yüzdendir. Bir mucize olsa?

Mucizeler asırlar evvelinde var olduğuna inanılan hadiseler oysa. Bakire Meryem, Cebrail'in ruhuna üflemesiyle babasız çocuk doğurmuştur. İsa ise çarmıha gerilmemiştir, yüzünü kendisini öldürmek isteyenlerden kaçarken bir başkasına vermiştir. Musa, Firavun askerlerinden kaçarken Kızıldeniz ikiye ayrılmış ve Musa ile birlikte yoldaşlarının geçmesi sağlanmıştır. Arkalarında onları takip eden Firavun askerleriyse Kızıldeniz'in derin sularına gömülmüştür. Yunus'u balina yutmuş, İbrahim oğlu İsmail kesilecekken gökten koyun gönderilmiştir.

Adem'in oğlu Kabil de yeryüzünün bilinen ilk katilidir. Tanrı buna göz yummuştur. Şeytan Tanrı'nın emirlerine karşı gelmiş ve insanları baştan çıkarmaya Tanrı'nın huzurunda o gün yemin etmiştir. Binlerce yıldır görevini eksiksiz gerçekleştirmesine ise izin verilmiştir.

En çok neden korkar insan peki, ölüm? Yalnızlık? Çingeneler ölümden dahi korkmazlar yalnız kalmaktan korktukları kadar yeryüzünde. Cehennem her şeyden korkmaktır. Cennet ise korkmayı reddetmektir. Büyük bir senaryonun içinde hayatta kalmaya çalışan bizler, mucizelerden uzak, kendi sıradan hayatlarımızı, günlük eğlentilerimizi yaşamaya, ömrümüzü tüketmeye çalışırken; en nihayetinde yeryüzünde, zaman geçmeye, anılar eskimeye, her şey bir fotoğraf karesinden ibaret olmaya, insanlar ve hayaller de solmaya mahkumdur. O halde yaşamın tadını çıkarmak ve hayatı daha fazla ıskalamamak için daha ne bekliyoruz?

Ölmeyi mi!?

9 Nisan 2017 Pazar

Hiç Vazgeçmeden

Saçlarını kokladığım her an Tanrı'nın müjdelediği cenneti aklıma getirdim. Biliyor musun uçurum kıyısında kaderime doğru, denizin hırçın dalgalarına taş atarken ve hiç olmadığım kadar sensizken minik serçeler uçuşuverdi kalbimde. Pazardı ve kimsesizlikten geliyordum üstelik. Sen, ahu gözlüm ah sen ömrüme baharı fısıldadın gelişinle. Sayende çocukluğuma döndüm. Teşekkür ederim. Dönme dolapta mahsur kaldım olsun, çarpışan arabayı ehliyetsiz kullandım. Kapı zillerine basıp kaçmaya yeltendim. Sokak ortasında topa sertçe vurup komşu teyzelerin camını kırmayı planladım. Saklambaç oynuyordu mahallenin bebeleri, aralarına katıldım en önce seni bulmak istedim. Ama sen derinlerime saklanmıştın. Hiç kaybetmeyecekmişcesine bulup ömrüme yazdım. Yaşama inanmaktan vazgeçmişken, tuttun sen de ellerimden beni ölesiye yaşamaya inandırdın.

Çünkü; "Ölmekten korkma" dedin, gözlerime bakıp. "Biz seninle, hayattan vazgeçenlere inat bir ömrü birbirimizden hiç vazgeçmeden yaşayacağız."

8 Nisan 2017 Cumartesi

Muamma


O yıllarda zorba bir iktidar vardı, her şey belirsiz ve her şey yasaktı. Benimse henüz daha yavru muhabbet kuşlarım vardı, sevimli bir kedim de vardı adı Ruhi idi, mahalledeki rakipleri kökerek küçük küçük yaşlardan beri biriktirdiğim rengarenk misketlerim vardı en sevdiğim öyle sarı kırmızı alacalı iri olanıydı ve adı da nedense Elvis Presley idi.

Faunusta Behrengi'nin küçük kara balıklarından vardı. Kitaplarım vardı sığındığım ve not defterlerim vardı içimi döktüğüm. Zeze'nin acılarla tanıştığı yaştaydım. Şarkılar vardı geceleri ruhumun bütün ağrılarına eşlik eden. Küçük Prens'in gülünü sevdiği kadar seni sevdiğim zamanlar vardı. Her yer işgal altındaydı düşlerimizi, hayallerimizi, giyim kuşamımızı, yediğimiz içtiğimizi kontrol etmek isteyen zorba bir iktidar ve karşısında hayır demeye cesaret edebilen bir avuç vatanperver vardı. Güneyde bir yerlerde, dalga sesleri kavuşma şerefine kıyılarını serinletirken o esnada kalabalık kentlere sıkışmış insanlar vardı. Bar köşesinde bir iki kadeh içenler, efkarından kadehi şişeyi kıranlar, keyif için tabak kıranlar bir kafede kahve falı baktıranlar, bir köşede dedikodu yapanlar, yeni vizyona girmiş herhangi bir filmi izlemek için avm sinema salonlarını dolduranlar vardı. Kılık kıyafet almak için dükkan dükkan gezenler ve üstüne giyecek kıyafet bulamayan evsizler vardı.

Lüks bir restaurantta bir şişe şampanyaya tonla para döktükten sonra eğlencesine devam eden ve çıkışta, asgari ücret kadarını valeye bahşiş bırakanlar vardı. O esnada çöpü karıştırarak bir kaç lokma ekmek arayanlar vardı. Milyonlarca işsiz iş ararken, tatillerini geçirdikleri tropik adalardan yayınladıkları fotoğrafların kaç beğeni aldıklarını merak edenler vardı.Parklarda sabahlayan dertli alkolikler vardı, içince güzelleşen kadınlar vardı. Rakı sofraları eşliğinde unutulmaz anılar vardı. Bir yaz sabahı, dalga seslerine uyananlar vardı. Terk edildiği yere düşlerine asanlar, yalnızlık dolu gecelerde yardımına gözyaşları yetişenler vardı. En sevdiklerini toprağa verenler, hastane koridorlarında yeni doğan bebek müjdesiyle havaya uçanlar vardı.

Zorba bi iktidar vardı, işsizlik vardı, geçim zordu, faturalar ve ödemeleri vardı. Ünlü olmak için türlü şaklabanlıklar yapanlar vardı. Ailesinden uzak, çok uzak bir yerde hasret çekenler vardı, Unutanlar vardı bir de unutamayanlar. O sıra dünya bir akşama daha tüm sancılarıyla gözlerini kapamaktaydı. Yarın.. Yarın yeni bir muammaydı..

30 Mart 2017 Perşembe

Ankara

Kaldım çok zaman oradan biliyorum. Aşk Ankara'ya da çok yakışırdı eskiden. Ankara'da birbirine kavuşamayanlar, en son gittikleri filmin sonunda ağlarlardı. Sevdiğinin elini tutup yürünen Kızılay ve Sakarya Caddesi hatırlar bütün hayal kırıklıklarını..

Ankara'da yağmur insanın üstüne değil içine yağar gene de kimseyi ıslatmazdı. Çünkü #algat sokaklarında gecenin üçü bir taksi Aşti'den gelen. Hiç bilmediği bir sokakta ve hiç bilmediği evin önünde durur ve yolcusu hiç bilmediği bir kalp sızısına doğru yol alırdı.

Ankara vedalar şehriydi çünkü. Otobüsler başka şehirlere enkazlar taşırdı.. Gri sisli ve ucube binalardan kırsallara doğru akıp giden yollarda..

Ankara'da yazın ortasında kar yağardı insanın içine. Ve Ankara'da hiç bir pazar, o pazar günü kadar güzel değildi. Gezi Parkı yerine çıkılan parklar, rüzgarın üflediği perdeler, içilen kadehler ve onca hatıranın yaşandığı o bahçeli ev şahittir!

28 Mart 2017 Salı

Belki de insan..

Tam da şimdi deniz kıyısının hemen bitiminde dalga seslerinin kokusunu içime çekip uzak ufku seyrederken bir yandan sigara içmeyi ve masada duran birayı yudumlamayı istedim. Belki de insan olmak istediği ve istediği o an olamadığı yerlere dair kurduğu düşlere aittir.


21 Mart 2017 Salı

Bağışla

Anlatsana biraz, bu kadar suskunluk yetmedi mi sana? Klasik bir soru olacak ama nasılsın mesela? Neler yolunda, neler değil hayatında? Az şeker mi içiyorsun hala kahveni? Gidiyor musun o günlerde bir türlü gidemediğimiz lakin o çok sevdiğimiz şarkıcıların konserlerine ya da o alt kat barı hatırlıyor musun? Binlerce film çevrildi bizden sonra, Oscar adayı olanları gördün mü, misal en çok beğendiğin hangisi acaba? Gülümseyince sen dudağın titrerdi, ince bir çizgi dans ederdi dudağının kenarında, o oluyor mu hala? Sezen'i çok severdin hatırlıyorum, yeni albüm de çıkardı dinledin mi son albümünü, albümü çıktığında kesin kritik ederdik "favorim şu şarkısı" derdin, peki bu albümde favorin hangisi? Ölümlü dünya, dert etme derdin dert ederdim, yanık üşümeler, sır dolu hayal kırıklığıyla örülü bir yaşamı peki sen dert ediyor musun ki? Olur olmadık şeyler insanı yoruyor bilirim! Aklıma gelmişken futbol maçlarında çok heyecanlanırdın ama fırsat buldukça tribünlerden eksik olmazdın gerçi bu sene takım da pek iyi değil! Kitap okurdun akşamları. Benim kitaplarımı da okumuştun, yazardın ara sıra bana şurada ne demek istedin burada neyi anlattın diye, hatırlar mısın? Otomobili pek sevmezdin, vapur yolculukları içimi açar derdin bu kalabalık kentte, yağmurlu havada yürümeyi bir de! Dalga sesleri, uçsuz bucaksız mavi ve müzik ve kuş sesleri mırıldanıyor mu kulağına? Sormayı unuttum yoo sormaya korktum! Mutlu musun sahi, özür dilerim zaman kavramım yok, seneler geçmiş olabilir, bir hayat geçmiş, bir hayat tükenmiş olabilir.. Bağışla..

16 Mart 2017 Perşembe

Bomboş Vadi

Bütün olanlar sona erdiği zaman geriye bomboş bir vadinin sessizliği ve yolun sonunda uçsuz bucaksız ufku öpen denize ulaşmanın huzuru kalacak.

10 Mart 2017 Cuma

Bomboş vadi

Bütün olanlar sona erdiği zaman geriye bomboş bir vadinin sessizliği ve yolun sonunda uçsuz bucaksız ufku öpen denize ulaşmanın huzuru kalacak.

19 Şubat 2017 Pazar

Nefes almak

Bazen nefes almak gerekiyor bu rantlarla betonlaşmış şehrin sayılı yeşil alanlarında, sahil kıyılarına atmamız lazım fırsatımız olduğunda kendimizi. Bir şarkı. Bir kitap ve şiir. Bir ağaç. Bir kuş sesi. Bir dalga. Uzaktan geçen bir gemi. Nefes almaya yetmez mi?

Hem dört duvar arasında evlerden, sayısız bina manzaralı ofislerimizden, aynı yüzlerden, çıkarcı ve dedikoducu insanlardan, menfaat için her türlü kötülüğü yapabilecekler ile dolu iş ortamlarından, sadece kan bağı dışınd
a hiç bir özelliği olmayan seni sevip saymasını ve seninle görüşüp görüşmemesini bırak, bir karış yukarıda olmanı dahi çekemeyen akrabalıklardan, ülkeyi komple üzerine yapmaya gözünü karartmış, devleti soyup multitrilyoner olmuş iktidarlardan ve onlara inanan yığınlardan, her geçen gün zorlaşan ekonomik koşullardan, yüzüne gülüp arkandan konuşanlardan, seni birey olarak görmeyip saygı duymayan dinin, dilin, dünya görüşün, seçimlerin ve düşüncelerin için seni yargılayanlardan, eğitimsiz beyni olmayıp fikri olan cahil cühelalardan sıkılmadık mı fazlasıyla!

Hayatın kıyısında köşesinde kalmış güzellikleri seviyorum, insanları değil. Zaten güzelim doğa, kitaplar, müzik, denizler, kıyılar, ağaçlar, yemyeşil ovalar, dağlar, yollar, sevimliliği ile insanın ruhuna iyi gelen hayvanlar ve o masum dünya tatlısı bebekler de olmasa yaşanır mıydı ki bu dünya?

Çekilir dert değil vallahi!

15 Şubat 2017 Çarşamba

Hatırla ve unutma!

Bu soğuk şubat akşamı ve bu karlı pazar gecesi sana bazı şeyler söylemek istiyorum.

Ses bir ki..

Nereden başlasam..
Damardan?
Dünya acımasız bir yer, hepimiz az çok biliyoruz. Doğar, büyür ve ölürüz. Sonrası meçhul. İyi de ne yapalım yani acımasız bir yer diye pes mi edelim?

Şişşt sakin.. Sen sen ol acılarından korkma, yaşamı sev kimseye kulak asma, hem sen olman için güçlü olman için bir sürü hata yapacaksın daha unutma!

Şarkıları sev, bol bol su iç,akşamları çok yeme salatayla geçiştir elbette kitap oku ve eline ne geçerse, oku tabi bütün kült filmleri izle, tiyatroya git, eğlen haftasonları, hem bu köle düzende iki gün hayata dönüş bileti!

Anneni babanı sağlığında ara sor ziyaret et, ölümlü bu dünya!

Arkadaşlarınla plan yap. Eşinle, sevgilinle, kendinle program yap çık kabuğundan! Körü körüne bağlanma hiç bir şeye. Sağlık gibisi yok. Nezleysen bitki çayları, ya da soğuk algınlığına aferin, çok üşüttünse antibiyotik almayı unutma, kendine bak ki yapacağın bir ton şeyi erteleme!

Bu soğuk şubat akşamı ve soğuk pazar gecesini aklından çıkarma az sonra bahar gelir bak gör, çiçekler açar dağların yamaçlarında, bozkırlar filizlenir güneş doğar, ısıtan güneş doğudan biraz sonra batıya.

Duanı et sen yine ama inancına kimseyi karıştırma. Hobilerin ve uğraşların olsun. Güzel yemekler yapmayı ve yemeyi, --ki internette bir sürü video var--dans etmeyi, enstrüman çalmayı ve bir kaç duble içmeyi unutma! Kadehini kaldırmayı bir de hayata!

At kendini sahil kıyına, tatile çık, pansiyonda kal yetmiyorsa eğer bütçen otel odalarına, aşık ol arkadaşım ne duruyorsun bırak ilham alsın şairler duygularından, aşkından düşsen de yalnızlığa..

Dağlara doğru koş, yürü kilo ver, terle biraz. Şehirlere yolculuk et, güneşe sarıl yolculuk yap ama yazın geldiğini Yalın'ın cornetto reklamından değil de, kalbinin cıvıltısından duyumsa. Kuşların melodilerinden anla!

Sabret biraz, seni sevecek insan, bir başkası için üzülmekle meşgul belki de , sana gelmesi için bir zaman tanı ona. Sen de kavrul biraz yeryüzünün ağrılarıyla. Yalan söyleme, yalandan uzak ol, yalana ihtiyaç duyma. Yalan bütün kötülüklerin anasıdır!

Unut ama hatırla..
Hatırla ve unutma!

Uyanmak istemediğin günler vardır muhakkak, yarınların olmasını istemediğin ama güneş doğmuştu ve yarın doğmuştu değil mi, anımsa!

Hiç bitmesin dediğin ama çabucak geçiveren günler ayağının yandığı sarı kumdan kumsallar, gökyüzü ve deniz, kadehler ve müzik..

Hayat hala ve sıfırdan yaşanabilir bak, bu şubat ve bu soğuk pazar gecesi içini karartma. Sarıl kendine, sarıl düşlerine...

Hem bütün zulümler bitecek bir gün, yorgunluklar son bulacak. Aşk kazanacak canım, yeryüzü aşkın yüzü olacak. Yeryüzü aşkın yüzü olmazsa eğer bu vakti geldiğinde, bizim başka bir hayatta alacağımız olacak.

Kalbini temiz tut sen bi önce.

Yıka kirlerini zihninin. Hayır demeyi öğren mesela. Hayat karşı bir duruşun olsun. Olma misal, emme basma tulumba! Atatürk'ü sev, yüzlerce isimsiz kahramanını unutma bu toprağa düşen ve ne fedakarlıklarla kurulan bu ülkeyi asla ama asla bir evet uğruna satma!

Leylekler göç ederken, balıklar deniz dibinde okyanuslar aşarken, bir kedi veya köpeğin sonsuz dostlukla seni sevdiğine şahit olurken..

Temiz bir yarın ser, bembeyaz çarşaflar gibi. Pencereni aç yarın sabah. İçine çek hayatı, aşktan bahset yalnızlığın aşka özleminden, aynı rüyalarda doğan çocukların şimdiki zaman inkarı bu biraz..

Alışmayı öğren zamana, ama hiç bir zaman alışma!


Önder Deniz Çavuşlar

5 Ocak 2017 Perşembe

Benim Annem, Bir Melekti Yavrum..

Beni kolay doğurmamışsın, hep öyle derdin, hem ebe filan gelmiş ters dönmüşüm bu yaşam ağrısına gelmemek için epey zorlamışım seni, hastane filan hak getire, ne sıkıntı çekmişsin, anlattığında tuhaf olurdum, olur kızarır bozarırdım, üzülürdüm hatta neden sana böyle acılar çektirdim diye...

Sonrasında sütten kesilmen uzun sürdü derdin. Konusu açıldığında, daha dünyaya gelmeden sana ne zorluklar çektirdiğimi düşünürdüm. Boynu bükük ve mahçup bir sızı orası.

Beş yaşındaydım. İstanbul'da tarihin en yoğun kar yağışı yaşanmıştı. Çocuktum sonuçta, yaşıtlarım sokaktaydı. Ben de çıkmak istiyordum. Ama "yavrum üşürsün, olmaz bugün" demiştin.

Pencereden arkadaşlarımı izlemiş, dışarı çıkamamış sana küsmüştüm. Ama o gün canını dişine taktın bana kalın mavi renkli hemde önünde kardan adam figürü olan bir kazak ve eldiven diktin. O gün dışarı salmadığın için küs olan ben, ertesi gün doyasıya kartopu savaşı yapmıştım arkadaşlarımla. Hem sıcacık kazağım ve eldivenlerim vardı. Çok mutlu etmiştin beni...

Okula başlayacaktım. Artık yedi yaşındaydım. Ama korkuyor ve çekiniyordum insanların arasına karışmaktan! Ortama adapte olamayacağımı anladın. Annelik içgüdüsü! Öğretmenimden izin alarak benimle birlikte aynı sırada oturdun. Günlerce. Sonra alıştım. Karıştım hayata..

Kimliğimi yenilediğimiz günü anımsıyor musun? Lise yıllarıydı, hani düğüne gider gibi briyantin sürmüş, süslenip püslenmiş yeni aldığın gömleğimi giymiştim..

Zaten sakalım da çıkıyordu, mahalledeki stüdyo tuğba tanıdıktı üç beş kuruş indirim yapar ümidiyle oraya gitmiştik. Geçenlerde kimliğimi yenilemeye gittiğimde anımsadım, çekindiğim resme baktım hafif seyrelmiş saçlar, kesilmekten bıkmış sakalım ve birkaç beyaz saç. Milyonlarca yıl geçmiş gibiydi. Nüfus suretime göz atarken bir şey dikkatimi çekti..Anne adı karşısında sen vardın.

Askere gittim. Ki beni tanıyordun. Hayata karşı inanılmaz yaralı biriydim, zor bir çocuktum. Beni her hafta ziyarete geldin. Memleketin doğusu, batısı fark etmedi. Senle birlikte askerlik yaptım neredeyse. Komutanımla tartıştığını anımsıyorum. Bir gün komutanım sudan sebepten bana bir tokat vurmuştu da telefonda hesap sormuştun. "Ne oldu, yavrum çabuk söyle, yıkarım başlarına askeriyeyi" diyerek. Ben hala dünkü toy çocuk "Annem, komutan bir kaç fiske vurdu sadece mühim bir şey yok" demiştim. Sabahına damladın. Komutana fırça attın! Sayende evci iznine çıkarıldım. Sayende sana özlemimi giderdim, bir nebze..

Yirmi beşimdeydim. Gecelere kaptırmıştım kendimi. Yüzünü görmüyordum bile günlerce. Eve uğradığımda, "Özledim seni yavrum, nerede kaldın gözüm yollardaydı" derdin. "Bekleme beni anne" derdim. "Büyüdüm ben artık. Alış" bir de. Oysa hiç büyüyemedim.

Alışırmış gibi yaptın.

Ailemiz ne sıkıntı çektiyse ya da nasıl güzel günler geçirebildiyse onda dokuz buçuğu sayendeydi. Namazında, duandaydın. Evimiz mevlütlerden geçilmezdi. İzdiham olurdu her düzenlediğin merasim. Sorduğumda," Oğlum bir gün biz de geçip gideceğiz dünyadan, sakın dualarını o zaman eksik etme olur mu?" derdin.

Anneni erken yaşta kaybettiğin için, "özellikle ve özellikle" Kibariye'nin söylediği "Eller kadir kıymet bilmiyor, anne senin kadar kimse sevmiyor anne" şarkısında için için ağlardın öyle çok ağlardın ki o şarkıyı duyduğumuz yerde kapatırdık. Kasetini bile saklamıştım açıp dinleyip üzülmeyesin diye. Kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordu o anlar. Anımsıyorum.

Sonra bir gün, ansızın fenalaştın, doktorlara gidildi, kanser dediler. Sonra ameliyat dediler. Ameliyat oldun. İyileşecek dedi, doktorlar, iyileşemedin.

"Görebilir miyim" demiştim doktora son gecende. "Nasıl olacak?" bir de "İyi olacak" demişti doktor. Ama o gece eve gitmemizi söyledi. Ben kaldım. Gece dörttü. Yağmur yağıyordu. Hastane koridorlarında volta atıyordum. Dışarı çıktım sigara içmeye. Derken telefona bakan çocuk, beni çağırdı resepsiyondan. "Doktor acil seni istiyor" dedi. Koştum dört kat. "Üzgünüm, kaybettik annenizi" dedi doktor hanım. Ne kolay söyledi. O gün dünya başıma yıkıldı. Bütün kemiklerim kırıldı. Seni toprağa verirken o çukura indiğim an. Tek düşüncem, "nasıl yatacaksın burada, üşür müsün" acaba idi. Sonra üstünü örttük topraklarla. "Nefes alamaz ki annem dedim!"

İnsanlar benden gözlerini kaçırdılar.

Sonra çiçek oldun, bahar oldun, güneş oldun, toprak oldun.. Sonra ırmakların kıyısına gittin, bin bir türlü çiçeklerin açtığı yere, deniz kıyılarına. Cennetti değil mi gittiğin yer? Hani masmavi her yanı, okyanuslar, gök kuşağı, çiçekler, ırmaklar, şelaleler, yemyeşil ovalar, mutlu insanların olduğu yer, değil mi?

Bugünü hiç unutmadım. Dallarında çiçekler açacak yine, güneş yüzüne vuracak, yağmurlar öpecek alnından. Gülümsediğini hissedeceğim ve o çok önceden bana dua et emi yavrum bana dediğini. Edeceğim.

Her gece seninle konuştum. Duydun mu? Beni duydun mu anacığım? Ben seni duymuyorum, duyamıyorum. Rüyalarımda bile görmüyorum. Şimdi hayal oldun sen, düş. Çok uzakta bir düş! Ne görüyorum ne ölüyorum...

Ama buluşabilirsek, anlatacağım çok şey var, o zamana dek rahat uyu meleğim, güzel anneciğim canımdan daha çok sevdiğim..

Mümkün olabilirse; bir çocuğum olduğunda. O'nu başucuna getireceğim ve o dünya tatlısına o gün: "Benim annem, bir melekti yavrum diyeceğim."