25 Aralık 2015 Cuma

İçimde başka biri

"İçimde başka biri var, benden haberi yok gibi yaşıyor sanki. Buna belki de ben sebep oldum. İnsanlara beni anlayabilecekleri şekilde davranmaktan ve anlaşılır yüzümün bir iskambil kulesi gibi yıkılışını seyredip kendimi tekrar anlatmaya çabalamaktan yoruldum."

15 Aralık 2015 Salı

"Belki de kendimle konuşuyorum. Bu bir düş."

Hayatta bir tek babam var. Annemi kaybedeli 7 yıl oluyor neredeyse. Uzun zaman sonra baba oğul gibi vakit geçirdik, benim ilk kahramanımla geçen gün. Akşam kendi evime ve kendi yaşantıma döndüğümde bugünün ne kadar değerli olduğunu hissettim. Avuçlarımdan kum tanesi gibi kayan senelerde neredeymişim ki ben?

Kadınlar tanıdım. Kadınları terk ettim. Kadınlar beni uçurumdan aşağı ittiler. Kendimi yükseklerden aşağı bıraktım sonra.

İyi işlerde çalıştım. Güzel paralar kazandım. Bi güzel harcadım. Klas mekanlarda eğlendim izbe salaş yerlerde süründüm. Beş parasız ve aylar boyu işsiz kaldım sonra. Eve çok zaman uğramadan geçti kimi günler rahmetli annem “gece bir iki fark etmez hep camda seni beklerdim” derdi. Bazen evden odamdan dışarı adım atmadım. Kadehlerde dindirmeye çalıştım içimdeki huzursuzluğu. Yalnızlığıma çare aradım, kimsesizliğime. Tavanı seyretmekten bıktıktan bir müddet sonra anamın karnındaki gibi uyudum geceleri dizlerimi karnıma çekip yan tarafıma döndüm ve duvarlara fısıldadım. Duvarlarla konuştum. İçtim dağıttım kimi gece halıda uyudum sızıp sızıp. Kendime günlerce gelemedim. Kendime gelmeyi hiç istemedim bir vakit. Kayboldu ruhum.

Bir sürü kitap okudum. Şehirler gezdim. Sabah ilk uçakla kaçıp bu kalabalık şehirden bilmediğim uzak bir vilayetin sokaklarını arşınladım. Akşama son uçaktan ayırttım yerimi. Kimi zaman otobüs bileti kestirdim dönüşü olmayan yollara. Kendimi dinledim yolculuklar boyunca şarkılar işittim. Çok terk edildim, sürekli başarısızlıklar yaşadıkça kendimden sıkıldım.

Adını artık anımsamadığım kadınlarla seviştim. Tenlerinin kokusunu unuttuğumun üzerinden bin yıl geçti belki. Sonra yağmurlar yağdı hiç durmaksızın, ben de ıslak caddelerde yürüdüm kendimden uzakta. Koştum anlamsızca denize sıfır kıyı sahillerin uzantısında.

Güzel yalanlar söyledim. Doğruları söyledikçe bi bok olmadığını gördüm söylememek için, kendimle çok mücadele ettim ama. Cebimde beş kuruş yokken şehri boydan boya dolaştım. Parklarda uyudum. Bir kaç hadiseye karıştım. Burnum kırıldı. Kalbim kırıldı. Uzağı iyi görmeyen gözlerim ile silah elimde atış talimleri yaptım ordu içinde daha seçkin olanların arasına seçildim. Askerlikten nefret ettim. Benim nöbetimi devrettiğim çocuk nöbette intihar etti. Kendimden nefret ettim. Ağladım. Gözyaşlarımın tadına baktım sessiz ağlayıp kimse duymasın diye dudaklarımı ısırdıkça.

Bir kaç şehir hiç bitmeyen yolculuklar sığdırdım ömrümün bir kaç yılına. Yönetici oldum, garson oldum yerleri paspasladım. Gocunmadım. Dize kadar karda, kırk bir derece ateşle çıplak halde, boş arazide karlarda yattım. Üşüdüm ruhumla beraber.

Ama sabaha yaklaşırken en sevdiğim anlardı geceler. Çünkü en sessiz zamanıydı karanlığın o sayede duyabildim vicdanımın çığlıklarını, keşkelerimle pişmanlıklarımın çırpınışlarını. Keşke bazı günler hiç geçmeseydi bazı sabahlar da hiç olmasaydı diye hayıflandım o alacakarartılarda.

Ama geçti.

Demirden raylar gibiymiş meğer insan. Zaman da son hızla hareket eden bir tren. Üzerimizden geçen geçerken bizi ezen.

Şimdi saat gece. Yarın erken kalkmalı uykum yok. Belki saçmalıyor olabilirim lakin yüküm ağır. Belki de kendimle konuşuyorum. Bu bir düş.

12 Aralık 2015 Cumartesi

Bilseydim

Bilseydim gökyüzünün bu kadar mavi olduğunu, rutin ömür harcama alışkanlıklarımı ardımda bırakarak, kır çiçeklerinin içine serilip papatya kokularının verdiği sükunla, bütün gün tepemdeki bulutların yer değiştirmesini izlemez miydim? Denizi izlemenin bu kadar muazzam hissettireceğini idrak etmiş olsaydım daha evveli kıyısında, martıların hemen yanı başında, bir yer açıp kendime, bütün gün dalga seslerini işitmek istemez miydim? Ağaçların arasında kuş seslerinin verdiği dinginliği bilmiş olsaydım, koca beton yığınlarının arasında hayatımın en pahalı vakitlerini harcar mıydım? Yalnızlığın, kendimle her şeyden ve herkesten uzaklarda kalabilmenin o huzur veren saatlerini gelişigüzel harcamamış olsaydım, akıl oyunlarından dedikodu kişisel hırs ve çıkar ilişkilerinden ibaret bir yığın anlamsız kalabalığı tercih eder miydim?

15 Temmuz 2015 Çarşamba

18 yıl önce

18 yıl önce kalbinizi delice ve sonsuz heyecanla çarptıran bir insana aradan geçen onca zaman sonrası rastladınız mı? Ben rastladım. Aradan 18 yıl geçmişti. Sokağımızda oturuyordu. Her gün onu okul servisine binerken görüyordum. Ve de inerken. Aynı vakitlere denk getirmeye çalıştığım tesadüflere umut bağlamış ve çaresiz halde tebessümle selam vermek dışında hiçbir şey elimden gelmiyordu. Ona açılamıyordum. Oysa cennetten bir rüya gibiydi. Rastlantılarımız da göz göze geldiğimiz anlar olurdu, tüm bedenim alev alırdı, heyecandan ne diyeceğimi bilmez, bilemezdim. O gayet soğukkanlılıkla merhaba nasılsın diye hatırımı sorar, sonra da kendime iyi bakmamı tembihler, geçer giderdi. Tam kendimi ona açılmak için hazır hissettiğim vakit o yaz, taşındılar. Bir daha görmedim onu. Şartlar ve hayat. Yıllar sonra karşıma çıktı. Kitaplarım çıkmış adım internet ortamlarımda geçmeye başlamıştı. Merhaba dedi bir mesajla. Ve uygun bir zaman bir kahve içmeye davet etti beni. Önce tebrik etti sonra, eski günlerden konuşuruz yazdıydı. O gün geldiğinde 18 yıl aradan sonra ilk kez karşılaşıyorduk. O güzel genç kız gitmiş yerine yılların getirdiği olgunlukla güzel bir kadın gelmişti. Pek değişmiş sayılmazdı. Önce ürkektik oturduğumuzda ikimizde sonra sohbet sohbeti açtı vakit geçtikçe açıldık uzun uzun konuştuk. Evlenmiş, bir oğlu olmuş. Mutluymuş. Nasıl sevindim anlatamam. Buruk bir mutluluktu her ne olursa olsun ama mutlu oldum onun adına. Bir ara o ilk gençliğimize geldi muhabbet. Sen çok şeker biriydin dedi. Ben ve en yakın arkadaşımı mahallede görünce elin ayağına dolaşırdı, heyecanlanırdın. Evet, hatırlıyorum dedim. En yakın arkadaşım senden hoşlanıyordu anımsadığım o günlerden dedi. Senin açılmanı bekliyordu galiba. Ahh, dostlarım nasıl zordu bilemezsiniz. Benim kalbimi hiç kimse onun gibi çarptırmamıştı ancak onun aklında kalan en yakın arkadaşının benden hoşlandığıydı. Buruk bir tebessüm ettim ve aslında o zamanlar ben senden hoşlanıyordum dedim. Bir an dondu kaldı, çok şaşırdı. Toparladı kendini ve hiç fark etmedim dedi. Bilseydim ahh dedi. Kim bilir belki başka şeyler olabilirdi o zamanlar ama inan ki bilmiyordum dedim. Sağlık olsun dedim. Geçmişe mazi derler. 18 yıl geçmiş aradan ve bak sen ne güzel yuva kurmuşsun, daim olsun dilerim mutluluğun. Kahvemizi içtik. Bu yaşa dek başka neler yaptığımızdan konuştuk. Tokalaştık ve vedalaştık buluşma sonunda. Bir daha hiç konuşmadık, mesajlaşmadık ve birbirimizden haberdar olmadık. Buruk bir kalp kırığım olarak geçti hayal kırığı kayıtlarıma sözleri. Sonra işte bilirsiniz hayat devam eder geçmiş geçmişte kalır. Ama anlar var dostlarım, ıskalanan ve uzun yıllar geçmesine rağmen günü gelir gecikmiş pişmanlığını yaşatan. Bilin istedim.

Önder Deniz Çavuşlar

23 Ocak 2015 Cuma

Yokluğun


Seni bu yeryüzünde yaşamışken ve beni hayata inandırışına inanmaya başlamışken; en acısıymış, yokluğun. Üstelik, tam da alışıyorken, varlığına. Şimdilerde alışmaya çalışıyorum, olmayışlarına. Yokluğunu, unutmaya çalışmaya. Unutamadıkça özlemeye başlamaya. Özledikçe hatırlamaya, hatırladıkça seni sevdiğimi, kalbimi daha çok ağrıtmaya…

Olan bitenler arasında; avuçlarımızdan kayıp gidenler içinde ve senelerce yaşadıklarımdan tecrübe ettiğim duygu çöküyor tam da şuan; korkunç karanlıklar eşliğinde; “Alışmaya başlamak” Sesini unutmaya, kokunu anımsamamaya, geri gelmeyeceğine inanmaya başlamak…

Önder Deniz Çavuşlar

10 Ocak 2015 Cumartesi

Depresif Yağmurlar


"Şimdi depresif yağmurlar mevsimindeyiz. Mukaddes yalanlara inanmaktan yorgun ruhumuz belki de bu hayatta neyi çok istediysek, geri çevrildiği içindir bütün kırgınlığımız…"

3 Ocak 2015 Cumartesi

Hiçbir şeyin..



Ömür


Gözleri..

"Gözleri, senden evvel hayatımın en yorucu ve en hüzünlü hikayesini yaşadım; ne olur ruhumu kanadığı yerden sar, aşkın ne demek olduğunu hatırlat, huzuru kollarında yaşamama izin ver der gibi bakıyordu."

Tüyap 33. İstanbul Kitap Fuarı


Teşekkür ederim...

2014'ün en iyi kitaplarından gösterilen Şehre Keder Yağıyor'u okumak için 15 neden!






Biraz dertleşmek istedim…


1- Lafa gelince mangalda kül bırakmayan, dostluk deyince en kralı olduğunu iddia eden, arkadaşlığı facebook duvarına iletimin düşmesini sanan samimiyetsizlerden sıkıldım. Bıktım. Akrabalığı facebook üzerinden yaşayan yakınlarım dahil.
2- Bir kitabım çıktı. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Yok çok sık paylaşıyormuşum, yok başka şey bilmiyormuşum. Pardon, sizin gibi 578 yer bildirimi, 250 içiyorus güzeliz, 188 yemek paylaşımı, 165 kedi fotosu, 98 çoluk çocuk aile çok mutluyusss bissss paylaşımı yapmadığım için özür dilerim.
3- Uğraştığım şeylerle ilgili hayatımda görmediğim insanları gördüm tanıdım, görmeye devam ediyorum. Her gün aynı sıkıntıları yaşamaktan ben bunaldım. İnsanlar yorulmadı. Üstelik ne kadar rahatlar! Herkesin keyfi yerinde. Kimse kimseyi düşünmüyormuş, bir daha anladım.
4- İki yüzlü insanlardan illallah geldi. Yüzüne gülüp arkandan iş çeviren amma çok insan varmış. Yaşım yolun yarısına geldi. Öyle dolu dolu yıllar yaşadım ki ama hiç böylelerini görmemiştim, ağzım açık kalıyor.
5- İnsanlar yaşamak, hayatını devam ettirmek için çalışmak durumundadırlar. Ve çalıştıklarının karşılığını doğal olarak almaları gerekir. Alamadıkları zaman, aile hayatları ve sosyal yaşantıları sekteye uğrar. Kiradaysa kirasını ödeyemez. Faturalarını karşılayamaz. Banka borçlarını, yaşamsal ihtiyaçlarını gideremez. Hadi bir ay dayansın sağdan soldan. Ya aylarca alamazsa? Hiç düşündünüz mü? Hiç düşünüyor musunuz? Peki, onlar o sıkıntı çektirenler düşünürler mi? Sanmıyorum!
6- Kitap dünyasında belli başlı yayın evleri türedi. Çok satan kitaplar adı altında rafları işgal eden saçma sapan içi boş bir sürü kitap çıkarıp bunlardan para kazanıyorlar.Sabah Kahvem, Öğlen Uykum, Akşam Namazım, İkimizi Ona Anlat, Beni Sana Sor, Yaralı, Yarasız, Ayşe Gibi Sevmemek, Söyle Sebastian, Ne Dersin Sebastian vs. vs. Sonra kitap okuyorum diyor insanlar. Ne okuyorsunuz diyorum? Dostoyevski, Tolstoy, Oğuz Atay, Sabahattin Ali, Franz Kafka, Nietzsche, Camus, Georges Perec’ten en azından birkaçından bahsedecek sanıyorum Karşımdaki Ahmet Batman, Serkan Özel, Kahraman Tazeoğlu diyor. Pucca edebiyatından bahsediyor! Bence Cin Ali veya Ayşegül tatilde daha etkili olur.
7- Yeri gelmişken nasılda insanları maddi manevi sömürüyorlar şaşıyorum. Misal Ahmet Batman diye biri yok. Yani öyle biri yok. İnsanları nasıl da kandırıyorlar. Sektöre bak hele! Yazık. Niran Ünsal ve Tuğçe Kazaz’dan sonra Kahraman Tazeoğlu ne ara dine yöneldi? Yoksa Elif Gibi Sevmek tadında kitaplar çok satıyor diye mi? Ve bunlara prim tanıyan o malum yayın evi Türk yayın dünyasının en büyük düşmanı farkında değil mi kimse? Zaten yasla kendini muhafazakar kitleye, iktidara, yandaşa, hoop gelsin paralar…
8- Bazen düşünüyorum insanın onca çabaları, çalışmaları hayata dair düşünceleri, yaşadıkları, hissettikleri bu kadar değersiz mi?
9- Belli başlı yazarlar ve eleştirmenler kendi küçük dünyalarında sanat ve edebiyatı öyle kendilerine yontuyorlar ki kimseyi kabul etmeme en iyisini biz biliriz gibi bir düstur edinmişler sanki. Onur Caymaz denilen şahsın dostum Ali Lidar’ın kitabına sarf ettiği terbiyesiz söylemler aklıma geliyor da. Bu arada belli başlı yazarlardan kastım Onur Caymaz sığlığında olamayacak kadar geniş yelpazedeydi.
10- Bana gelince; evet, sosyal medyanın geniş kitlelere sesimi duyurmada etkisi oldu. Şükran borçluyum bu sayede rastladığım güzel kalplere. Daha önce hiç tanımadığım kadar iyi ve bilgi birikimi yüksek insanlar tanıdım. Ve bir çok yüzüne dahi görmediğim düşmanım oldu. Adam veya kadın beni tanımıyor sallıyor! Heyhat! Evet evet daha önce defalarca dosyalarımı yayın evlerine, şiir ve öykülerimi dergileri yollamış ve yanıt alamamıştım. Dostoyevski’de ilk kitap dosyalarını götürdüğünde yayıncılara red yanıtı almamış mıydı dedim içten içe kendime. Sosyal medya o zaman ortada yoktu. Ve sektörün bu çarkları burnundan kıl aldırmıyordu. Belki ben de boktan yazıyordum. Bilemiyorum. Ve akabinde yazdıklarım, ilgilenen değerli insanlara ulaştı. Hayatımda yaşadığım en muazzam duyguları hissettim bu süreçlerde. Para için yapmadım, yapmıyorum da bu işi. Anlatacaklarım vardı konuşmak değil yazmak istedim.
Neyse, doluydum biraz içimi dökmek istedim. Ha bu arada yılbaşına 1 hafta kaldı henüz şimdiden 387 tane “Harika bir yıldı! Bunun bir parçası olduğun için teşekkürler paylaşımı gördüm” Ne mutlu size hepiniz, muhteşem bir sene yaşamışsınız!” Ahh yalan dünya ahh..