28 Şubat 2013 Perşembe

"Bana beni sus dedim. Gözlerindeki mutsuzluğu görmüştüm. Aşkla, dolu dolu bakan gözleri, parıltısını yitirmişti. Gitmek istiyordu, artık. Ancak hatıralarımızı, özlem duygusunu, birlikte geçen bütün saatlerimizi, bir daha yanyana gelemeyecek olmamızı ve hayatına birini dahil edene kadar başetmek zorunda olacağı yalnızlığı düşününce duraksadı. Diyemedi. Tam da 'o an' kendimi ne bu dünyaya ait; ne de başka bir hayata dahil buldum. Bir dokunuş; kıyıdan aşağı doğru itmesine yetecekti. Ve Tanrı; yaşam ile ölüm arasındaki o ince çizgiyi, o akşam; alnımın tam üzerine çekti. Yağmurlu bir aralık akşamıydı."

ÖDÇ
Ne etnik kimlik meselesi, ne terör, ne deprem, ne hayat pahalılığı, ne işsizlik...
Bu ülke insanının en büyük sorunudur aslında, mutsuzluk....

ÖDÇ

27 Şubat 2013 Çarşamba

Körkuyu

1.Bölüm:
Doktor, kızgın bir yüz ifadesi ve sert bir ses tonuyla; bana dönerek "Haplarını içmiyor musun sen şimdi, burada kurallar var bak baştan anlaşalım, iyi olmak için burdasın ve sen böyle yaparsan, iyi olamayacaksın" dedi.

Ah! Haplar...
İnsanın bütün bedenini uyuşturan, acımsı tadıyla mide bulandırıcı, kendinizi felçli gibi hissettiğiniz, uykular ve kusmalar arası gidip gelmenizi sağlayan küçük renkli şeyler...

"Hastalar odaya yerleştirildi ve sayım için hazırlar" dedi hemşire, nöbetçi doktora. Yat saati 23:00'di. Koridorun sağında ve solunda küçük otel odaları şeklinde düzenlenmiş odalarda, ikişerli kalıyorduk.

Sayım bitti ve ışıklar söndürüldü. Odadan lavaboya gitmek dışında başka bir alana çıkış yasaktı, zaten kitliydi sigara odası ve kafateryanın kapıları. Yanımda yatan kişinin adı Adem'di. Adem sarışın, buğday tenli hafif kirli sakallı benden iki üç yaş büyük Edirneli biriydi.

Uykunuz gelmesi için bir müddet beklersiniz ya, o karanlıkta belli belirsiz tavana bakıyor ve aklıma güzel sayabileceğim günleri getirmeye çalışıyordum. Adem:" Uyuyamadın mı" dedi. Karanlığın bölen, kısık ses tonuyla. "Alışırsın, ilk zamanlar böyledir."

Nereli olduğumu, ailemin ve bir sevdiğimin olup olmadığını da sordu. Belli belirsiz, cevaplandırdım. Sonra "ya sen" dedim. Sanki birikmiş ve anlatmak istiyormuş gibi bir bir dökülmeye başladı. Gecenin karanlığına, daha da siyah çalarak.

Bana "çok sevdiğim bir kız vardı" dedi ve anlatmaya başladı: "Evlendik, sonra sorunlar yaşamaya başladık. İşten çıkarıldım bir süre sonra ve maddi sorunlar yüzünden bir sürü borcu ödeyemez olduk. Borçlar ve işsizlik canıma tak etti. Bir akşam evde epeyce içmiştim. Sonra yine kavga etmeye başladık. Bana, bir ton borcumuz var ve sen içiyorsun ha diyerek bağırmaya başladı. O an meyve tabağının yanındaki bıçağı gördüm. Gözüm döndü. Kendimi kaybetmişim. Kafam yerine geldiğinde, kanlar içinde yerdeydi karım. Heman ambulans çağırdım. Hastaneye zor yetiştik. Son anda kurtarıldı. Ancak olaydan sonra, beni terk etti ve boşanma davası açtı. Ailesi kesinlikle yüzünü dahi göstermedi. Baba evine döndüm. Bir gece tavana ip bağladım ve intiharı denedim. Ancak yere düşen sandalyenin gürültüsüyle, boğulurken çıkan hırıltılarıma yetişti bizimkiler, kurtardılar ve son çare beni buraya getrdiler işte böyle dedi. İki aydır burdayım. Ha, çıkınca yeniden denemeyi düşünüyorum."

Demir parmaklıklarla çevrili duvar manzaralı pencereye yakın yerde yatan Adem'in söyledikleriyle içinde bulunduğum ortamın vehametini daha iyi algılamıştım.

Gece olunca, başka bir şehre bürünen İstanbul'daki her evde takriben aylardan şubattı. Ancak Adem'le paylaştığım odanın, takvimi epeyce ıskaladığını hissettim.

Sesi kesildi. Hafif hafif horlamaya başladı. Kendimle kalmıştım. Uyur uyanık. Gözlerimi kapadığımda annemi gördüm. Kimsenin olmadığı istasyonunda, tek başına tren bekliyordu. Gülümsedim. Çoktandır rüyalarıma gelmiyorsun dedim. Sarılmak için adım attım ancak tren geldi ve bana bakmadan trene bindi. Yavaş yavaş hareket eden koca demir yığınının penceresinden kafasını uzattı ve "Hoşçakal yavrum, kanserli bir kente gidiyorum dedi, iyi bak kendine.."

Oysa, "çocukluğuma dönelim anne" diye bağırdım uzaklaşan trenin arkasından. "Üstümü ört. Bu yaşadıklarımın hepsine rüya de"

Duymadı. Koca seneler boyunca tek görüşümde buydu.

Uykudan, koridorları inleten bir ses yüzünden hıçkırarak uyandım. Bir hastayı tekerlekli sedyeye bağlamışlardı ve hasta canhıraş "Gitmicem, karantinaya gitmicem" diye bağırıyordu. Adem'de uyanmıştı."Karantina ne" dedim.

"Boşver," dedi. "Bilmek istemezsin. Sen iyi misin" diye durumumu öğrenmek istedi. "İyiyim" dedim. "Burada insan ne kadar iyi olabilirse o kadar iyiyim.."

1.bölümün Sonu

ÖDÇ

20 Şubat 2013 Çarşamba

Biliyor musun dedi. "Sen benim bebeğim, erkeğim, sevgilim, her şeyimsin. İnanıyorum ki, senden çok iyi yol arkadaşı, çok iyi bir koca, çocuğumuza çok iyi de bir baba olacak." Baktım, bebeklerinde eridiğim gözlerine usulca. Ah, ‘bilsen canımın taa içi ’ der gibi. ‘Keşke’ der gibi. Diyemedim. Sustum. Yanıldı. Ben, haklı çıktım. O gün dilimin ucuna geleni söylese miydim? O büyülü ânı, o büyülü sahneyi, mahvetse miydim?Dese miydim?

“-Ah! yeryüzünün en güzel meleği. Ah! yağmur gözlüm, yarası saklım. Ah! biçarem. Ne iyi bir yol arkadaşın, ne de kocan;

Olsa olsa ben senin çok iyi bir hayal kırıklığın olacağım.”

ÖDÇ

18 Şubat 2013 Pazartesi

Seans

Hatırladığım, inceden uzunca bir koridor. Puslu biraz. Bulunduğum yerin adında uzun uzadıya tamlamalar bir de duvarların öte yanında bitmeyen sesler. Karşımda bir kadın ve unvanlar dolu bir kartviziti. Hepsi bu. 

Bana 'kendinden bahseder misin' diyerek girdi söze. Ağzımdan taşan cümleleri bir araya getirmeye çalıştım evvelce. Sonra derin bir  nefes alıp başladım anlatmaya. Akrep, yelkovanın izini sürdü. Nereden, nerelere geldiğimin farkında değildim. Kendime geldiğimde gördüğüm, kadının yüzündeki başlangıca ait sakin, soğukkanlı, kendinden emin ifadenin yerini şaşkınlığa, biraz üzüntüye ve endişeye bıraktığıydı. 'Bu anlattıklarınız'dedi. 'Çok zor şeyler ve sanırım defalarca sürdürmemiz gerekecek. Daha çok burada misafirimiz olacaksınız.' 

'Durum o kadar mı karmaşık yani diyorsunuz' dedim. 

Gözlerime baktı, evet der bir hareketle başını salladı ve 'Canınızı bu denli yakan, kırıcı, üzücü, tatsız, keder içeren silsilenin sıfır noktası her neresiyse; o başlangıca gitmeliyiz icab ederse, çocukluğunuza'. dedi. 'Gerek var mı' dedim. Sizin bir saatte duyduğunuz; "rahimden kurtarılması imkansız bir kürtajın hikayesi". "Benim onlarca yılıma yetmedi. Bence o çocuğu da aramayın boşuna. Vakti zamanında aldılar, derinimden..."

Hanımefendi; 'içimdeki çocuk, eylülün yağmurlu bir akşamı' öldürüldü.
Pek sık olmasa da...
Ne zaman onu sevdiğimi söylesem, bende derdi. Bende seni...
Başlarda çok üstünde durmamıştım da, içten içe yer etmeye başlamıştı sonraları.

Acaba beni gerçekten ...

İşte o düşünceden beri söyleyeceği günün hayali ile yaşamıştım
ve hiç söylememişti..

ilk kez o gün,
gözlerimin içine baktı ve seni seviyorum dedi.

nisanın biriydi.
O güzel günlerimizi, birbirimiz için çarpan kalplerimizi, uzakta geçmeyen, yan yanayken dahi acıtan özlemlerimizi. Bir hiç uğruna.

Kurban ettik ya şimdi; bize artık her gün bayram sevgili.

ÖDÇ
Geçmez, asla geçmez. Ama geçer derler...
Çok bilirmiş gibi. En çok onlar yaşamış gibi; Boşver, unutursun, atlatırsın, toparlarsın. Laf!
Oh be dünya varmış derken yada biraz daha iyi hissettiğinizde kendinizi; çıkar ansızın, acısı. Bilirsin, tanırsın, evcilleştirmeye çalıştığın sızının şiddetini. Onu tanıdığında yeniden doğmuş sanmıştın oysa ki. Değil mi?

Sonra gider ve bir yara, bir hayatı ancak bu kadar kanatır. Dikiş olsa, izi kalır. Artık, o geçer dedikleri, teninizden hiç çıkmayacak olan doğum lekesi...

ÖDÇ
Hoşça'kal kelimesini dudaklarına getirmişti artık, bir cümle öncesiydeydi; Her şey için teşekkür ederim ile başladı. Yolun sonu görünüyordu. Benden dedi bir isteğin var mı, son bir istek?

İdam mahkumuna, dar ağacında son arzusunu sormak gibi bir şeydi bu. Yutkundum. Zira gidişi ölümdü, gidiyordu. Ölüyordum, bilmiyordu. Yok dedim canın sağolsun senin. Bende sana teşekkür ederim ve mutluluklar dilerim bundan sonraki hayatında. Ancak, bir hayalim vardı çok iyi yüzemiyordum ya bilirsin. Yüzmeyi öğrenmek isterdim. Senden sonra iletir misin, yakınlarıma? Beni okyanusa gömsünler.

Belki böylece sonsuza dek yüzebilirim...

ÖDÇ

14 Şubat 2013 Perşembe

14 Şubat: 'Sensizm'

Telefonu ayırmıyorum hiç yanımdan. Hep çalıyormuş gibi, hep sesin ahizeden yankılanıyormuş sanmaktan belki. Bir benzeri de başkasıyla konuşurken onun yerine seninle konuşuyormuş zannetmem. Tuhaf ve komik hallere düşüyorum, sorma.

Aklım yerinde değil, televizyonu açıyorum ekrana bakarken gülüşünü görüyorum, bir çok dizide, bir çok haberde sen varsın. Ana haber bültenisin hayatımın. Sonra uyku saati geliyor. O ayrı bir işkence. Yastığa sarılıp uyuyabiliyorum geceleri...

Gözlerimi kapayınca, gözlerin geliyor hayalime...

Çok zaman sonra uyur uyanık, bölük pörçük düşlere yelken açabiliyorum. Rüyamda seni görüyorum. Her yanımda seni. Her gün, her saat; sen varsın diye nefes almak anlamlı geliyor.

Radyoda dinlediğim bir şarkı, o eğlendiğimiz geceler, dans ettiğimiz o muhteşem akşamı getiriyor aklıma, bu yüzden ikimizin gittiği 'hatıra' mekanlarımıza yalnız gitmeye korkuyorum; daha doğrusu gidemiyorum. Kanalları karıştırırken, omzuma yaslanıp izlediğin sinemadaki o filme televizyonda rastlamak da beter oluyor. O'an' aklıma geliyor. Ben kentin her hangi bir ücrasındaki sinema salonu oluyorum.

Hayallerle baş etmek zor. Her kareyi tekrar yaşıyorum, rastlantısal...

İki kişilik yemek siparişi veriyorum evde yalnızken, sen yemezsen midemden geçmiyor işte, bilirsin...

Sıkı giyiniyorum dışarı çıkarken. Tenbihlerin kulağımı çınlatıyor durmadan. İyi bakıyorum, kendime. Sanki sana saklar gibi, kendimi...

Eve geç dönüyorum bazı geceler; trafik, uzun yol, kalabalık umrumda olmuyor. İnsanlar konuşurken; belli belirsiz çevremde, ben sadece senin sesini duyuyorum.

Seni göremeyince çirkin oluyorum o hafta. Aynalara küsüyorum. Aynalarla kavga ediyorum.

Uzun uzadıya susuyorum, içimden sana birikerek. Ağzımı bıçak açmıyor, kutsal olmayan aylarda oruç tutuyor, yemeden içmeden kesiliyorum..

Kendimi sensizlikle cezalandırma yöntemim bu, kendi buluşum.

Dalıp gidiyorum, başka rüyalara kimi zaman..

Koynundan kalkıyormuş gibi, o günler gibi, beş dakika, beş dakika daha diye diye erteliyorum hayatı. Bazen yağmurlu otobüs yolculukları yapıyorum. Cama dayıyorum başımı, yol; hatıralarla beraber akıyor izliyorum, o mesut günlerimizi.

Dua etmeyi unutuyorum kimi günler, ikimiz için. Hayallerimiz için. Ya başımıza bir şey gelirse korkusu sarıyor içimi. Sessiz, karanlık sokaklarda yürüyorum geceleri, seni bırakıyormuş gibi geçiyorum evinin önünden. Odanın ışığını kapatınca sen, rahatça dönüyorum eve, bilmiyorsun.

Yaptığın kekin tadını unutmadım, bana getirdiğin 'Aşkımmm, kendi ellerimle, senin için yaptım' dediğin günü de..

Şimdi gibi anımsıyorum. O getirdiğin saklama kabının içine saklıyorum, hayal kırıklıklarımı.

Aldığın gömleği çıkarmak istemiyorum hiç, giyecek başka kıyafetin mi yok desinler, diyorlar umrum değil..

Çıkmıyorum da artık İstiklal'e. Ölmekten de korkmaya başladım, yaşlanıyorum sanki daha fazla. Seyreldi saçlarım. Eski resimlerdeki adam da değilim.Mutlu hiç değilim.

Sen severdin diye, bir yavru kedi buldum sokakta, bir gece yarısı miyavladıydı da sessizliği bozmuştu içeri almıştım. Ona süt alıyor, kendi ellerimle besliyorum. Göğsüme yaslanmayı seviyor o da. Üstelik, adını verdim küçük kedi yavrusuna.

Evde durmaktan yoruluyorum, sıkılıyorum artık. Saatlerce boş boş bakıyorum tavana, belli belirsiz kapı çalıyor. Çalınca heyecanlanıp,açıyorum...

Hep aynı yüzler. Postacı, sucu, polis, dilenci. Sonra dileniyorum, hayalimde de olsa görebilmeyi seni.

Sahile çıkıyorum bazen, suya karışıp erir miyim diye aklımdan gecmiyor değil. Martılar, boş banklar, rüzgarın yapraklarla öpüşmesi işte, bir değişiklik yok...

İlaçlarımı da ihmal etmeye başladım. Kızacaksın bana,
biliyorum..

Nasırım nasıl ağrıyor gündüzleri sorma. Mereti de sık içmeye başladım iki paket, öksürtüyor durmadan. İçki desen, beni bırakmayan tek sevgili.

Ağlamazdım eskiden. Şimdi gözlerim kan çanağı, tıngırtı duysam yolda hüzünleniyorum. Kafası hep güzel diyorlardır kesin...

İşyerinde ikiyle ikiyi bile yanlış topluyorum. Arabesk müzik dinlemezdim çoktandır. Şimdi otobüste, işte, evde sürekli damar. Damar, damar üstüne.

Dizileri filan izliyorum akşamları, ağlamaklı oluyorum...

Çay demliyorum, iki çay bardağı, sen tek şeker alıyordun, unutmadım. Karşılıklı içiyoruz akşam televizyon keyfimizde. Ancak, güceniyorum sana, artık bitirmiyorsun bardağını...

'aşkımm, bir çay daha alırım ben' demiyorsun.

Yağmur yağdığında atıyorum kendimi dışarı, sırılsıklam olana dek yürüyorum. Ben yürüdükçe, yağmur şiddetini arttırıyor. Ağlamamı kimse görmüyor. Zaten o saatler; sokakta; ya berduşlar, ya evsizler.

Şimdi kimbilir, nerdesin, kimbilir kiminlesin.
Uyuyosundur muhtemelen, geç oldu...

Sen, hem bu saate dayanamazsın. Kucağıma alıp, yatağına yatırmıştım olsan, üstünü sıkı sıkıya örtmüştüm de.

Tatlı uykular meleğim, ben geceyi örter hayalinin yanına sokulurum birazdan... Bir kaç itirafım olacak. Aynı gök yüzü altındayız ancak başka hayatlardayız şimdi, kabul etmesi zor. Anlaması, alışması.

Ama; bil ki...
Ben en çok seni hatırladım, unuttuklarımın yasında. En çok sana küldüm, düştüğüm ateşlerin ortasında. En çok sana sustum. Geceler boyu, hıçkırımlarımda. Ben en çok seni sevdim terk edip beni, gidenlerin arasında...

ve anlayacağın belki de anlayamayacağın son bir cümlem daha var; önemi yok senin için ama onu da bilmeni istiyorum...

"Seni hala çok seviyorum..."

ÖDÇ



7 Şubat 2013 Perşembe

Beni mi çok sevdin yoksa unutamadıklarını mı, merakımdan. Öperken dudaklarımı, hangimize ihanet ettin?

ÖDÇ

5 Şubat 2013 Salı

Olsun

Sen gittin ya benden, o gün. Ben kaldım orada hani. Sonra yağmur yağdıydı da, çok ıslandım. Olsun.

Sonra hani kalandım ya, geriye dönmem meseleydi, mesele etmedin. Olsun. Yol uzundu ya hani param yoktu, sonra yürüdüm ben. Ağladım ya birden, göz yaşlarım yağmura karıştı. Eskiden olsa, silerdin ya görsen. Gördün, silmedin. Olsun.

Hani seni çok aradım da açmadın ya telefonlarımı. Bende bir müddet sonra tutamadım kendimi, geldim ya kapına. Hani balkondan baktın, gözlerime de değil aşağıya doğru, sonra kapıyı açmadın. Çaldım, çaldım zilini, döndüm ya ben. Kayboldum sonra. Olsun.

Hani kıymetlim derdim ya sana, beni bırakmazsın hiç dimi derdin sende ya bana. Ama sen bıraktın. Olsun.

Resminden içeriye doğru ya hani, sol yanımda toplu iğne sızısı. Olsun. Senden bana son hatıra ya 'sırtıma' sapladığın bıçağın yarası. Hani canım yanmazdı ya, olsun.

Acıyor mu dediydin ya, sonra benimde acımıştı, senden önce diye hani. Evet, acıyor. Olsun. Alışamazmış ya severken ayrılan. Alışamadım bende. Olsun. Hem sevdiği acıtabilirmiş ya bir tek hani, insanın canını. Ne olacak ki, acısın, benim canım. Senin canın...

Canın sağ olsun.

ÖDÇ
06/02/2013 05:24

4 Şubat 2013 Pazartesi

Sen yürüyorsun ya

Farkında olmadan yalnız oluveriyor insan, gözlerinin saçaklarında. Duruyorsun öyle. Onca telaşın arasında  bir peyzajın renklerini omuzlarına şal yapıp. Şehir akıp gidiyor kalabalığın mazgallarına. Sen nefes alıyorsun. Kent barışıyor, yaralarını döküp mazgallarına.Bir masalın prensesi değil, bir prensesin masalı oluyorsun çoğu zaman. Kimi yıldızlar telaş ediyor, gökyüzünde yer alabilmek için. Sen açıyorsun, güneş yer veriyor yüzüne. Bütün şarkılarda kalbe dokunan 'o' oluyorsun.

Bütün şarkılar seni söylüyor. Sen 'O'nu.

Sen duruyorsun. Öylece. Nehirler fısıldıyor dudaklara, ismini. Baktığın yer olmak isterken başka başka bedenler. Sen baktığında ancak, yüzü, vücut bulabiliyor.

Çok uzak bir kentin yarası oluyorsun. Kimi zaman. Adın merhem oluyor sonra iyi ediyorsun, bütün gölgelerin peşinde. Sen sustuğunda, yağıyor yağmurlar. Mevsimlerden en çok bahar oluyorsuno zaman. İlk ya da son değil tam 'ortası'. Tam ortasında açıyorsun, durmadan. Bütün çiçeklerin manası oluyorsun sonra. Manaların avucunda, mühür oluyorsun sözden kalbe.

Sen yürüyorsun, yol oluveriyor insan. Duruyorsun öylece. Tek dilek hakkını kullanmak istiyor. Gölgen olmayı diliyor, nefesin. Kalmayı. Kolun kanadından bir parça olmayı.

Sen durulurken, en çok kıyın olmak istiyor insan. Omuzlarına başını yaslayacağın. Sen kalırken, hiç gitmeyen bir istasyon yalnızlığında...

ÖDÇ