23 Nisan 2011 Cumartesi

kürtaj

Mutlu değilsin sanki,hiç gülmüyorsun diyorlar.... 
Eski bir kürtaj hikayesi diyorum, 

'İçimdeki çocuğu aldılar'

ÖDÇ

16 Nisan 2011 Cumartesi

gidişini türkçeye çeviremiyorum

Ürkek kapılardan geçerek,
öldürdüğüm inançlarımı sorguluyorum
bu gece...

Vakit;
gece yarası..

Cebindeki bozuklar gibiyim,
durmadan harcanıyorum.

Adının anlamlarına sığınıyorum,
beni tüm bilmecelerden koruyor!

Anne rahminden beridir
izbe karanlıklar mevsimine
perdelerimi açıyorum..

cesetlerimi
konuşturuyorum,
doğaçlama uykular biriktiriyorum...

Yerine hiç beni koydun mu?
Merak ediyorum...

Sen yokken şehir
tam bir karmaşaya ibadet ediyor,
yağmur yağdıkça
hüzünle sakınıyor insanlar,
damlalardan..

Damlalar süzülüyor;
saçlarından,yaşlarından..

Yağmur yağdıkça
şehir,
herkes için ağladıkça!

Biliyorum,
yalnızlık ağır geliyor
herkese bir parça!

dokunmak istiyorum,bir veda
belki de
kalabalıkta
elele olmayan tüm yüzlere,
bir merhaba...

Oysa,
kimse bilmez ne çektiğimi...
Ne çektin deseler,
sözyaşlarımdan sıra gelmezdi...

Kalabalıklar,
kağıt gemiler gibidir.
Yalnızken yolculukları çekilebilir,
ama her an
yok olmaya hazır gibidir!

Şimdi bir vakit,
hangi zaman
hangi yüzyıl....

Sabahları sahil yürüyüşü....

Dalgalar öpüyor
bir parça yokluğunu;
martılarla paylaşıyorum bir parça simidi...

Keşke diyorum,
olsaydın..
Yanım olsaydın,yanımda olsaydın!
Büyük bir parçamı almasaydın.

Solum eziliyor diye yatamıyorum üstelik
sağ salim uzanıyorum yatağa...

Biliyor musun?

Adın hecelediğim en güzel isimdi,
eski sevdiğim bir şarkının nakaratında!

Şimdi
o şarkı çaldıkça dalıyorum,en hırçın dalgalara...

Yeni yaptırdıkları
sahte gülümsemelerini görmekten
bıktım insanların,
kaç paraya bu denli yapay olabiliyorlar?

yorgunum,
uykum kaçtı başka rüyalara...


Bir de,
Seni soruyorlar durmadan...
Seni soranlara,
O gitti,
olmayacak,yok
diyemiyorum..

Anlatamıyorum kimselere işte..
 
Sevgilim olmuyor...
ben,
gidişini  türkçeye çeviremiyorum!

ÖDÇ

12 Nisan 2011 Salı

körebe

var mısın..?

uykular alalım indirimden,
gökyüzünden,
başımıza birkaç bulut..

akvaryumda kedimiz olsun.
balıklarla körebe oynayalım,

manzarayı izlemek için
perdeleri kapatalım sabahları..
 
köprüler bakalım arka bahçede,
diplerine dünya ekelim..
 
belki,
teselli edebiliriz o zaman saati..

şapkadan
mesafeler çıkar belki de,
yüzümüze yollar süreriz ya da
sessizlik satın alabiliriz alfabeden..


başka ne olabilir ki?

en fazla,
özlemekten tutuklarlar bizi! 



ÖDÇ

9 Nisan 2011 Cumartesi

imlası bozuktur hep yazgının

büyümem gerekmiyor,bırakın çocuk kalayım.
Bu yalan dünyayı,bırakın oyun sanayım derdin..

Çocukluğunu özlerdin!
Onu
hangi lunaparkta bıraktın ki; hala arıyorsun..

Bilmiyordun.
 
Seni hiçlikle yokluk arasına
öyle bir koydu ki tanrı....
arasını dikemedi, hiç bir terzi....

Gidişi,
maya takvimine göre 2012..
evet,
ama hayat devam etmeliydi!

Buradan bakınca
bir hayalet kasabayı andırıyorsun.

Yollarında ayak izleri,
kaldırımlar yalancı şahidin.

Gökyüzü yaşlı..
Kıymeti yok tanrının nezdinde dualarının.
Kutsamıyor,
lanetliyor seni.

Hangi kitaptan ezberin oldu ki.
Kaç tevrat hatmettin,
kaç kez incildin?

Tanrının cehennemine sığınma taleb ederken,
mülteci olmak isterken,
ruhunun kirli nefesini,
ancak yanardağ ateşleri söndürebilir
sanıyordun!

Bir kelebeğin kanadı kadar kırık
kalbin belki...

alıp götürüyor son deminde geceler seni,
sabahın şehvetli yalnızlığına doğru...

her gece aynı şeyler oluyor;
haklısın..

insanlar işten eve yorgun dönerken,
bir şişe bordeaux iki yüz lira!
masaya servis ediliyor
kentin her hangi lüks bir restaurantında,
unutulan rokfor ekleniyor siparişin ucuna.
çöpü karıştıran adamlar için tanrı
yağmuru da ekliyor hesaba!

Bu böyleydi,
imlası hep bozuktur yazgının!

Göz yaşların kadar acıdı mı peki ruhun,
kırık şişeleri göğsüne batırdığında?

Oysa senin için;
prematüre bir aşkın salası idi
bütün olanlar..
avazın kesildi..
O günden beri kesik kesik kurdun cümleleri..

Zaten,söylenecek ne kalmıştı ki geriye;
anlayan olmayınca..

ayrılık mı? ...
sudan karaya vuran o ilk balinanın solungacındaki,
dehşetli yırtılmaya benziyordu..

ya da
suya ulaşmaya çalışan yeşil sırtlı,
nesli tükenen kaplumbağayı ateşe atmaya!

buzul çöllerinde bir karınca daha yaktın
farzetmeli ruhun..

camları kornealarına batmış
hüzün kentinin arsız sürgünüydün
çünkü..

elinde yalnızlığın;
değerini yitirmiş hisse senetleri kadar
dibe vurmuştu...

gururu musluk gibi kanamakta olan
bir vakaydın hep..

Dört duvar arası,
cinnet içmekle meşguldün bir zamanlar..
Dört duvar ve sen beş etmediniz
hiç!

Oysa fırtına seviyordun...
sana göre değildi durgun sular!

rüzgarı kiralık,
emanet bedeninde hissetmeyi sevdin;
acıtmalıydı soğuk azgın dalgalar.

yüksek bir tepedeki feneri aradın durdun.
oradan,
kalbine açılan tahribatın resmini çeksinler istiyordun..

bilincini asmıştın şakaklarından
portmantoya..
hayat isteklerinden dart oynuyordu..
tam 12ye seni koyup duruyordu...

Senin
lanetin buydu..
yetimlik laneti....

Ağzında yalan konuşurken daha çok severdin
Onu.;
en güzeli....

seni seviyorum
sevgilimdi..!

giysilerini çıkarırken,
seni çok özlüyorum,yanındayken bile..
diyen dudaklardan dökülen o sözleri
duymak seni mahvetti kesin!

-vizitemi ödediysen sorun yok sevgilim...

...

O günden sonra öldün sen,
öldü ruhun...

Kör jileti,
kimbilir..
sahte yüzüne kaç kez sırf
bu yüzden vurdun?

Şimdi söyle,
bir ihanetin güvertesinden daha kaç kez atlayacaksın,
kaç kez o lacivert yağmurlu güne dönüşecek acıların..

-Cevap ver ruhum..

Herkes bir şeyler diyor,
adın ana haber bültenlerinde öldü diye geçiyor..

Söyle ,
bir zamanlar sende sahiden mutlu muydun?
Bir zamanlar sende...

gerçekten yaşıyor muydun?


ÖDÇ